İNSANIN FITRATI BİR anlam arayışını ve etrafta olup bitenleri anlamlandırma çabasını gerekli kılmaktadır. Hayatın akışı içerisinde çok zaman anlamak ara sıra da anlatmak durumunda kalırız. Her anlatma durumuna geçtiğimizde bir şeyi anlamış olmalıyız ki anlatabilelim. Anlamak herkesin yaratılışının gereği iken anlatmak öyle değildir. Anlatmanın çok farklı biçimleri vardır. Her anlatım biçimi anlamaya dair ayrı bir çaba gerektirir; konuşma iyi dinlemeyi, yazı iyi okumayı, hal dili iyi gözlemlemeyi…
Mevcudat, masnuat, insan, insan ilişkileri, topluluk ve gruplar hulasa kâinat bir mektup, bir kitaptır. Şuur sahibi insana lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile bir şey anlatır ve bir mana taşırlar. Bu saydıklarımızın anlaşılması ve anlama çabası bize yeni yollar ve yeni ufuklar açar. Bu noktada Kur’an, bahsettiğimiz kitabın kâtibinin anlama çabası içinde olanlara bir yardımı, rahmeti ve inayetidir.
İnsan olmanın bir neticesi olarak anlama vazifemiz hiç bitmeyecektir. “Bitti” dersek problem var demektir. Masnuatı anlamak ve anlamlandırmakta aciz kalırken içinde yaşadığımız toplumda her gün yeni bir hadise, bir olay vb. ile karşı karşıya geliriz. Bunlara dair bir şeyler hisseder ve bir açıklama yaparız kendimize. Bizi şaşırtan şeylerle karşılaşır, olmaz dediğimiz bir şeyler olur, olup biteni anlamakta zorlanırız. “Niye böyle oldu ben de anlamadım” der çaresizlik ve acizlik içinde kalırız.
Herkes anlatmak, yazmak ve iyi yazar olmak zorunda değil. Genel olarak baktığımızda da vakıa bu yönde; herkes anlatmıyor, yazmıyor. Yazan herkes de iyi yazar olarak anılmıyor. Evet herkes yazmak zorunda değil, herkes anlatmak zorunda da değil ama okumak, dinlemek ve okuyup dinlediğini anlamak insanın en temel insani özelliği.
Yıllar evvel Ozan Arif’ten dinlemiştim. Bir destanına giriş yaparken şöyle diyordu: “Anlatmanın zorluğunu ben yenebilirim. Gelin anlamanın zorluğunu birlikte yenelim.” İyi bir kalem erbabı, iyi bir söz üstadı yazmanın ve anlatmanın zorluğunu yenebilirken anlamanın zorluğunu birlikte yenme çağrısı dikkat çekici duruyordu.
Bediüzzaman hazretleri de yazdığı risaleler için “Herkes kendi kendine bir derece istifade eder fakat herkes her bir meselesini tam anlamaz” diyordu. Bu durum anlamanın zorluğunu birlikte yenmeye bir davet olarak düşünüldüğünde birlikte anlama çalışmaları yapmanın bir davetidir.
İlim meclisleri, müzakere ortamları ve insanın istişareye yönlendirilmesi başka akıllardan ve bakışlardan istifade etme ihtiyacı…
Anlamak için istişare etmeli, birlikte düşünmeli, başka akıllar ve gözlerle bakabilmeliyim.
Anlamak istemiyorsam anlamayacağımdır. Anlamak için ihlasla anlamayı istemem gerekecektir.
Anlamak için anlamadığımı, eksik olduğumu, sınırımı, haddimi bilmeli, ihtisas gerektiren bir meselede kenara çekilip işin ehlini dinlemeliyim.
Anlamak için anlayacağım meselenin içindeysem içinden çıkıp uzaklaşıp onu ihata edebileceğim bir yerden bakabilmeliyim. Dışındaysam ona yaklaşıp bakabilmeliyim. Zira hiçbir şey uzaktan göründüğü gibi değildir, uzaktan bakan yakındaki gibi göremez.
Anlamak için anlayacağım meselenin ne biat edeni ne de muhalefet edeni olmalıyım.
Anlamak için sadece üretilmişi tüketmekten vazgeçip kendim de bir şeyler üretmeliyim.
Anlamak için büyümeliyim, süt beklemeyi bırakıp, kuzu olmaktan vazgeçip kendi topladıklarımı hazmedebilmeliyim…