(Geniş daireye ait bu yazımda söz meclisten içeridir…)
Risale-i Nur talebelerinin vefa borcu ve sadakat nişanı olarak nurani düsturlara ittiba etmesi çok mu zor Allah aşkına.
Hz. Adem’den (as) itibaren devam eden hayır ve şer, iyi ve kötü, hak ve batıl mücadelesinde hak ve hakikat sancağı Hz. Peygamber’e (asm) kadar nebi ve resullerle taşınmış. Günümüze kadar da müceddidler vesilesiyle devam etmiştir.
Tabii geniş siyasi dairede akıllarımız geveze, ruhlarımız sersem, kalplerimiz divane olmadıkça bu iki safın ayrımını yüzde 1’lik siyaset dairesine tatbik edemeyiz. Aslında zinhar etmemek de gerekir.
Bu mesele için Peygamberimiz’in (asm) vefatından otuz yıl sonra iman hakikatlerinin neşri manasındaki hakikat-i hilafetin, ısırıcı saltanata dönüşme süreci ve sonraki dönemlerde Ehl-i Beyt’in tavrı ve dahi müceddidlerin takip ettiği cadde-i kübra-i Kur’aniye’nin düsturlarını izah uzun süreceğinden bu manayı bildiklerini varsaydığımız meclis içindekilerle bir hasbihalim olacak.
Aziz ve muhterem ağabeylerim, kıymetli kardeşlerim…
Aziz Üstad’ımız siyasetin şerrinden şeytandan kaçar gibi Allah’a istiaze etmedi mi?
“Risale-i Nur değil dünya kâinatta hiçbir şeye alet ve tabi olmaz, edilmez” demedi mi?
“Afaki ve siyasi boğuşmalara taraf olup geniş dairenin cazibesine kapılmak”tan men etmedi mi?
“İki elimiz var, yüz elimizde olsa ancak nura kâfi gelir” demedi mi?
“Sakın sakın, dünya cereyanları hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın” diye tembih etmedi mi?
“İnkılâb-ı siyasi cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi beytü’l ankebut gibi zayıf düşmüş, cehalettir onu korkutur, taklittir onu telaşa düşürtür” diye ihtar etmedi mi?
“Geniş siyaset dairelerinin gaflet verip hakiki vazife-i insaniyeti ve ahireti unutturduğu”nu, “umumi ve mücadele suretindeki hadiselerin kalbi boğduğu”nu, “halisane hizmet-i Kur’aniyenin her şeye bedel ve kâfi geldiği”ni ikaz etmedi mi?
“Gördüm ki siyaset cereyanlarında hem muvafıkta hem muhalifte o nurların âşıkları var. İman hakikatleri olan bu ders-i Kur’an siyaset cereyanlardan, tarafgirliklerden ve garazkârâne telakkiyatlardan müberra ve safi bir makamda verilmesi lazım” diye söylemedi mi?
Allah aşkına nedir bu hal? Nedir bu geniş daire heyecanı?
Nasıl bir savruluş ki kendimizden bihaber hale geldik. İhsan-ı ilahi tarafından omzumuza konulan elmas kıymetindeki iman hakikatlerini cam parçası mesabesinde ki dünyevi hadiselere alet ediyoruz? Bir de bu zararlı hal ile maharet gibi iftihar ediyoruz.
Şöyle bir an, sadece bir an durup samimi ve içten bir şekilde düşünelim. Bu hal-i pürmelalimiz bize yakışıyor mu?
Ehl-i imana istinatgah olması lazım gelen bizler bu vaziyetimizle kime rehber olacağız, kime nâsih olacağız, kime hakkı göstereceğiz?
Aziz ağabeylerim ve kıymetli kardeşlerim;
Bugün Üstad’ımızın hürriyet mücadelesi verdiği günlerden çok mu daha kötü?
Bugün Üstad’ımızın vatan müdafaası uğruna harb meydanlarında cihad ettiği günlerden çok mu daha kötü?
Bugün Üstad’ımızın manevi meclise çağrıldığı ahvalden çok mu daha kötü?
Bugün kurdun gövdenin içine girdiği, din-i İslam’a karşı bin yıllık hınç ve gayzın boca edildiği günlerden çok mu daha kötü?
Bugün şeairlerin parça parça edildiği, mazi ile olan kudsi bağlarımızın koparıldığı ve küfrün zembereğinin bizzat iş başında olduğu günlerden çok mu daha kötü?
Bugün üç yüz yılda yapılamayan tahribatın bir günde yapıldığı, hadislerle haber verilen tahripçi ve ikinci rüknünün iş başında olduğu günlerden çok mu daha kötü?
Elbette ki değil.
O zifiri zulmetin istila ettiği, imanların tutuştuğu, kalplerden hüzün ve ahların arşı çınlattığı günlerden daha kötü değil.
O günlerde bile ümit ve şevk aşılayan, cellad-ı sehhar olan “yeis”e karşı savaş açan Üstad’ımızın bizzat hayatı ve eserleriyle sabit olan tavrı ile bizim bugünkü halimiz mutabık ve muvafık değil.
Allah aşkına bu referandumun neticesi ne kadar önemli olabilir ki?
Kendi kıyametimiz olan ölümden öte midir?
Ayak seslerini işittiğimiz, dünyamız ve kâinatın ölümü olan büyük kıyametten öte midir?
Evlatlarımız, analarımız, babalarımız ve Müslümanların zaaf-ı imanla malul olup sekeratta imanını teslim edip imansız gitmesinden öte midir?
Koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığı, bilad-ı İslam’ın esaret zincirlere vurulduğu, milyonlarca din kardeşimizin yerinden, yurdundan, canından olduğu bir dönemde asrın sahibi Üstad’ımızın, asırların mebuslarından müteşekkil mecliste verdiği Rüyada Bir Hitabe deki cevaplar malumunuz.
Nur Talebeleri olarak kazaen ve hataen kâsır bir vehimli fehimle geniş daireye ait hadisata ‒varlık ve yokluk meselesi‒ olarak görsek dahi! Unutmayalım ki, “Hak yücedir ve üstündür, daima galip gelecektir, velev ahiret için olsa” ihbar-ı Nebevisi’nden (asm) kat-ı nazar edilmemelidir.
Siyasiler, idareciler, iktidara talip olanlar, sair mümin kardeşlerimiz hulasa milletimizin ekseriyeti bu meseleyi farklı görebilir, kendince abartabilir, gerginlik ve kutuplaşmadan istifade yolunu tercih edebilir, taraftarlarını kemikleştirmek kastıyla hadisata velveleli yaklaşabilir…
Ama bizler öyle bir tavra tevessül edemeyiz, buna mezun değiliz, başkaları için küçük sayılan bu kusur bizler için küçük değil ekberin ekberi olur.
Mazide bu hataları yaptık, siyasi ve dünyevi cereyanların tahriki ile ittifakımızı, tesanüdümüzü bozduk ve tamircinin şahs-ı manevisini zayıflatmak suretiyle bedelini çok ağır ödedik, halen de ödüyoruz. Unutmayalım ki bu kusurumuzun bedeli; milletimizin ahlaki erozyonu, evlatlarımızın manen dinsizleşmesi, bilad-ı İslam’ın kan gölüne dönmesi, dünyanın umumi sulhu yerine umumi bir kargaşa ve çatışma olarak geri döndü.
Hatırlayalım, 1960’lı yıllarda hususi bir meşrep kendisini meslek ittihaz edip sair meşrepleri red ve inkâr yolunu ihtiyar etmesiyle mehdiyetin şahs-ı manevisi ilk yarayı aldı.
Sırran tenevveret düsturunun ihlali, iyi niyetle ve hususi şartlarla başlayan müesseleşmenin cemaati cemiyete doğru tağyiri ve hubb-u cah, tama gibi vartalar neticesinde mevzi kopuşlarla gövdede yeni yaralar açıldı.
Nihayet bugünlerde olduğu gibi 1980’lerin başındaki referandum sürecinin iyi yönetilememesi, şahsi ve hissi meselelerin umuma mal edilmesi, içeride ve dışarıdaki nifak şebekelerinin müdahaleleri ile şahs-ı manevi en büyük yarayı aldı.
Sonra Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin her bir parçasının kendi meşrep taassubu, her meşrebin kendini meslek ittihaz etmesi ile ittifak ve tesanüd hakikatinden olabildiğince savrulma süreci.
Bu savrulmadır ki bugün başımızın belası FETÖ, Risale-i Nur’u kendine alet ederken çoğumuz ya sessiz ya da tepkisiz kaldık. Fark ettiğimizde de çok geçti çünkü artık çaresizdik. Hatta kendi esaslarımızda şüpheye düşenlerimiz bile oldu. Nihayet itibarıyla bu kavgalar, ayrışmalar, bölünmeler Mehdiyetin şahs-ı manevisini zayıflatırken şer cephesinin tükenmek üzere olan ömrüne ömür kattı.
Bugün hala dünkü ihtilaflarla iftihar edenlerimiz var maalesef.
Bugün hala dünkü kusurları ve hataları şecaat gibi görenlerimiz var.
Maalesef tavrını, hizmet anlayışını, tarz-ı hareketini siyasi mülahaza ve kimliklerle ifade edenlerimiz var.
Bir münazarada fahr ve gurura düşmemek için hasmının haklı çıkmasını arzu etmeyi öğütleyen Üstad’ın talebeleri onlarca yıldır haklı çıktık çığlıkları atmayı maharet sayıyor.
Peki, ne olmalıydı? Ne olabilirdi? Ne olsaydı iyi olurdu?
İhtilaf ve iftirak yaşanmadan nurani düsturlar muvacehesinde meşveret edilerek “ehak” olmasa bile “hak”ta ittifak olabilirdi?
Velev ki hakikat içinde ayrı “hak”lar vuku buldu ve meşrepler ayrı ayrı “hak”larda içtima etti. Herkes kendi “hak”kını tutup hakikati incitmeden, tesanüdü bozmadan yekdiğer “hak”ka mütehammil davranabilirdi?
Kardeşimdir, canımdan öte candır. O da kendince hak bildiğine inanıyor ve o istikamette hareket ediyor. Bu mesele yüzde 1’lik bir mevzudur, omzumuzdaki yükün şerefine, nasib olan istihdam nimetine, hak ve batıl mücadelesinin hassasiyetine, Üstad’ım ve saff-ı evvellerin hatırına, Asr-ı Saadet’ten itibaren seleflerin hürmetine saygı duyarım ve bu meseleyi ihtilaf konusu yapmam denemez miydi?
Olmadı, denemedi, kabullenilemedi maalesef. Hala da bu insaf ve hakkaniyetli tavra uzağız. Maalesef dünün kavgalarından nemalanmaya devam ediyoruz. Kan davasına dönüştürdüğümüz dünün cüz’i ihtilaflarını kaşımaya devam ediyoruz, nurani esaslardan uzaklaşmış hizmet anlayışlarımıza cerbezeli meşruiyet arayışlarındayız.
Aziz ve muhterem ağabeylerim;
Allah rızası için gelin, aynı delikten yeniden ısırılmayalım. Dünün kavgaları, kusurları, hataları, bilmeyen hatta umurlarında dahi olmayan genç Nur talebelerinin kalbine kin ve öfke tohumlarını ekmeyelim. Daha zararlı ve büyük bedellere sebep olacak hatalara sürüklemeyelim geleceğimizi.
16 Nisan referandumunda sadakatinden emin olduğum ve Risale-i Nur bilgisine itimat ettiğim çok kıymetli ağabey ve kardeşlerimden bazıları “hayır” tercihini kullanacak, bazıları “evet” tercihini kullanacak. Haşa ne hayır diyenler terörist ve ne de evet diyenler bidon kafalı.
Vaka bu.
Şimdi yapmamız gereken nedir?
“Bu mesele dünyevi bir meseledir, siyasi ve geniş daireye ait küçük vazifelerimizden birisidir. Kardeşimiz veya ağabeyimiz bize göre farklı bir tercihte bulunabilir, o da onun tercihidir, saygı duyarız” deyip aramızdaki Nur kardeşliği, hizmetimizin kutsiyeti ve vazifemizin ulviyetini hatırlayıp basit bir mesele için ittifak ve tesanüde zarar verecek tavır ve söylemlerden içtinab edebiliriz, etmeliyiz, etmek zorundayız.
Kendimize göre hak olan bir meselede kardeşlerimiz farklı bir tercihte bulundu diye uhuvvet ve tesanüdümüze zarar verici bir tavrı benimsemenin bedeli geniş dairedeki siyasi hadiselerin sonuçlarından çok daha vahim ve dehşetli bir tehlikedir, hizmetimiz adına çok daha büyük bir zarardır
Nur talebeleri olarak böyle muvakkat meselelerde karşıt kutuplara müdahil olmak ilk evvel Risale-i Nur’a perde olmaktan öteye gitmiyor. Hangi cenahta isek diğer cenahtaki muhataplar bizim üzerimizden elimizdeki Nurlara mesafeli olması kaçınılmazdır.
Hususan nurani düsturlarımıza, nurculuk tarihine ve hal-i âlemde ki keşmekeşe baktığımızda temayüz etmiş ağabey ve kardeşlerin böyle siyasi meselelerde kanaatlerini açıktan beyan etmeleri, kutuplaşmaları daha da derinleştirme istidadında olduğuna inanıyorum.
Risale-i Nur hizmet gruplarının bu hassasiyete riayet etmesini gençler olarak âcizane talep ediyoruz.
Bu netameli konularda Risale-i Nur esaslarının alet edilmemesi gereğine inanıyor ve alet etmenin bedelini herkesi içine alacak olan semavi ve arzî belalarla ödemekten korkuyoruz. Zira Nur talebelerinin geniş dairelerdeki hadiselere bu kadar heyecanlı iştirak ettiği dönemlerin sonunda büyük bedeller ödenmiş ve kadere aleyhimizde fetva verdirilmiştir.
Vaktiyle siyasi partiler ve seçim süreçlerinde yazılı metinlerin neşredilmesinin zararları unutulmamalıdır. Kısmi faydalarla birlikte sebep olunan külli zararlar hatırlanmalıdır.
“İlla da yapmak lazım, söylemek lazım” diye inananlara da yine mütehammil davranıp “Bence bu beyan, bu tavır ve bu neşriyat yanlıştır, iştirak etmiyorum, doğru bulmuyorum ancak o veya onlar benim ağabeylerimdir, kardeşlerimdir inşallah neticesi hayra vesile olur” diyerek müsbet hareketi esas almak lazımdır diye inanıyorum.
Artık seçimler, referandumlar, siyasi tercihler Nur talebelerini bölmesin, Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin tesisine mani olmasın, uhuvvet ve tesanüdümüzü incitmesin.
Bize düşen toplumun tansiyonunu düşürmek, karşıt kutupların oluşmasına elimizden geldiği kadar mani olmaktır. Geniş dairenin cazibesine kapılıp elimizdeki Risale-i Nur’a zarar vermemektir. Bir elimizde nur diğer elimizde siyaset topuzu ile muhatapların iman hakikatlerine olan ihtiyaçlarını, meraklarını, iştiyaklarını kırmamaktır.
Milletimiz, devletimiz ve umum ehl-i iman için nâsih makamında kalarak her ne hikmet ve maslahat olursa olsun iman hakikatlerini muvakkat, siyasi cereyanlara alet ve tabi yapmamak noktasında azami gayret göstermektir.
Rabbim milletimiz, devletimiz, bilad-ı İslam ve umum insanlık için hakkımızda ne hayırlı ise onu takdir etsin inşallah.
Unutmayalım ki meşiet-i ilahi esastır. Kader hükmünü icra edecektir.
İster şahsi kararları isterse de meşveret kurumlarına ittibaen “evet” veya “hayır” diyen umum Nur talebelerinin dahil olduğu külli şahs-ı manevimizin tez zamanda vücut bularak İttihad-ı İslam hakikatini iştial ettirmesi duasıyla…
Bütün ağabey ve kardeşlerimin; haddi aşan, istemeden de olsa inciten ifadelerim olmuşsa nazar-ı afla bakmalarını ve haklarını helal etmelerini istirham ediyorum.
Artık seçimler, referandumlar, siyasi tercihler Nur talebelerini bölmesin, Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin tesisine mani olmasın, uhuvvet ve tesanüdümüzü incitmesin.
yerinde tespitler hemfikirim
Allah razı olsun
Biraz uzunca da olsa İsmail Kartal herşeyi çok güzel izah etmiş.Risale-i Nur penceresinden bu meselelere nasıl bakılmalıdır noktai nazarından çok güzel izahatlarda bulunmuş.Nurcuca meselere yaklaşıp ihlas ve uhuvvet düsturlarını bır kenara koymadan yapılan bu değerlendirmelerden dolayı kendini tebrik ediyorum.
Bu bakış açısının her zemin ve şartta devam etmesini diliyorum..
Allah Razı OLsun, selam ve muhabbetle…