İnsanın sosyal bir varlık olması -hayvan gibi bir postla yaşayamadığı için- ferdin grupla veya grupların birbiriyle münasebetleri zorunlu olarak ortaya çıkmaktadır. Ait olunan grup ve toplum fert üzerinde belirleyici olmaktadır. Durkheim’e göre bir dine inanan için Tanrı ne ise, fert için de toplum odur.
Bir tanrı kendisine inanan için ne ise bir toplumda üyeleri için odur. Gerçekte her şeyden önce tanrı; insanların kendilerinden daha üstün olarak düşündükleri ve kendisine bağlı olduklarını hissettikleri bir varlıktır.[1]
İçinde doğduğumuz toplum veya dahil olduğumuz grup, bize bir görev ve vazife yüklemekte ve bunlara göre davranmamızı istemektedir.
Toplum da, bizde sürekli bir bağımlılık duygusunu besler. Toplum, birey olarak bizim doğamızdan kesinlikle farklı, kendine hususi bir doğaya sahip olduğu için kendine has hedefler peşinde koşar. Toplum, kendi çıkarlarımızı unutarak onun kölesi olmamızı ister.[2]
İnsanlığın ilk ve hemen başlayan toplumsal deneyi küçük gruplar deneyidir. İnsan sürekli biçimde hem gruplar içinde yaşamakta hem de sürekli olarak gruplar meydana getirmektedir. Bu sebeple toplumsal grup sosyolojinin temel konularından biridir.[3]
Toplumsal grupları yapıları, fonksiyonları, gayeleri ve büyüklüklerine göre sınıflara ayırmak mümkündür. Bir grubu diğerlerinden ayıran şey ise grup içindeki bütünleşmedir.
Toplum içerisinde, toplumsal gruplar bulunduğu gibi dini gruplar da bulunmaktadır.
Dini grup denildiği zaman genel olarak dini yönelişlerden kaynaklanan gruplaşmalar anlaşılmaktadır. Dini gruplar da diğer toplumsal gruplar gibi çeşitli özelliklerine göre sınıflandırılabilirler. Bu özellikler, yapıları, fonksiyonları, dayandıkları düşünce temelleri, büyüklükleri vb. olabilir. Çeşitli dini grupların ortaya çıkmalarına toplumsal, siyasal ve kültürel yapının gittikçe artan farklılaşması ve bireylerin veya grupların dini tecrübelerinin zenginleşmesi sebep olmaktadır.[4]
Din sosyolojisi kitaplarında dini gruplar konusunun genellikle Wach ve Mensching gibi din bilimcilerinin tasnifine göre ele alındığı görülmektedir. Bu ayrıma göre dini gruplar “doğal dini gruplar” ve “sırf dini gruplar” şeklinde ikiye ayrılmaktadır.[5]
Doğal dini gruplar dinin ilkel dönemlerde kan bağına dayalı ortaya çıkan gruplarda yaşanmasıyla ilgilidir. Doğal dini gruplarda doğrudan dini sebeplerle bir araya gelip gruplaşma yoktur. Zaten var olan grup bağının din ile daha güçlü bir hale gelmesi söz konusudur. Böyle bir grupta aynı dine bağlı olmak grup bağını da artırmaktadır. Sırf dini gruplar ise dine dayalı olarak oluşan, dinin anlayış ve yorumlama farkından dolayı ortaya çıkan gruplardır. Zamanla ortaya çıkan mezhep, tarikat ve cemaat sırf dini grup örnekleridir. Doğal dini gruplar arasında “Aile, klan ve kabile, mahalli birlikler; köyler ve şehirler, milli din birlikleri; kavim ve millet, cinsiyet ve yaş üzerine temellenmiş ibadet grupları”[6] sayılmaktadır.
Doğal dini gruplar, bahsettiğimiz gibi içinde doğulan ve kan bağı ile oluşan gruplardır. Bunlardan en birincisi toplumun en temel kurumlarından olan ailedir.
Aile, doğal grup bağları ile dini grup bağlarının özdeşleştiği bir sosyal birimdir. İnsanlığın tarihsel gelişiminde de ailenin esas itibariyle ilk olarak bir dini topluluk şeklinde karşımıza çıktığı görülür. Aile bağı ilk topluluklardan itibaren kutsal bir özellikle karakterize edilmekte ve dini bir nitelik taşımaktadır.[7]
Bu şekliyle aile sadece neslin devamına sağlayan bir kurum veya grup değil dini bir veçhesi de olan doğal bir dini gruptur. Aynı zamanda iktisadi ve kültürel dayanışmanın sağlandığı ve ferdin sosyalleşmesine imkân sağlayan bir ortam oluşturmaktadır. Aile doğal dini bir grup olması hasebiyle, dinden doğan grupların, mezheplerin, cemaatlerin, tarikatların da önemle üzerinde durduğu bir kurumdur. Toplumun istenilen inanç ve ahlakta olması, o toplumu meydana getiren ailelerden geçmektedir. Bu nokta-i nazardan hiç şüphesiz ki İslam dininde de ailenin önemli bir yeri vardır. Hatta aileyi teşekkül ettiren evlilik sadece sosyal bir ihtiyaç olarak değil, dini bir ibadet olarak görülür. Aile münasebetlerine, Kur’an’da ve hadislerde yer verilmiş olması bunun bir göstergesidir.
Modernleşme hareketlerinden toplumun her kurumu etkilendiği gibi aile de bunun dışında kalmamıştır. Belki de modernleşmenin etkileri aile üzerinde daha çok hissedilmektedir. İnanç ve ahlakını muhafaza etmek isteyen bir grubun aile üzerine ciddi anlamda eğilmesini gerekli kılmaktadır.
Yirminci yüzyılın önemli İslami hareketlerinden birisi olan “Müslüman Kardeşlerin” aile hakkındaki düşünceleri manidardır.
Aile, Müslüman Kardeşler’in temel taşlarından biridir. Benna’ya göre, Müslüman ailelerin oluşturulmasında eş seçiminin büyük önemi vardır. Aile oluştuktan sonra, onun diğer ailelerle bağlantısının sağlanması gerekir. Buradan “aile örgütlenmesinin” esasları çıkmaktadır: Tanışma, karşılıklı anlayış ve tekafül (Kardeşler’in birbirlerinin maddi ve manevi sorunlarının çözümünü ortaklaşa üstlenmeleri…)[8]
Seyyid Kutub’un aileye yaklaşımı ise, erkek ve kadının yaratılışına uygun hareket edilmesinin İslami olduğu ve bunun dışındaki modern dayatmaların aileye, özellikle kadına zarar verdiği yönündedir.
Bediüzzaman da aile üzerinde önemle durur. Aile üzerine oynanan oyunlara dikkat çeker. İslamiyet’in istediği aile ilişkilerinin nasıl olması gerektiğinin üzerinde ayrıntılı şekilde durur. Aile hayatında iman hükmederse o hanenin cennet olacağı, eğer iman dairesinden uzak kalınırsa cehenneme döneceğinden bahseder.
Hem her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir. Eğer iman-ı ahiret o hanenin saadetinde hükmetmezse, o aile efradı, her biri şefkat ve muhabbet ve alakadarlığı derecesinde elim endişeler ve azaplar çeker. O cenneti cehenneme döner veyahut muvakkat eğlenceler ve sefahetlerle aklını tenvim edip uyutur.[9]
Modern hayat ve modernleşme sürecinin aile hayatına menfi tesiri göz ardı edilemeyecek derecede göz önüne çıkmıştır. İnsanların dayanağı ve sığınağı olan ailenin bozulmaya başladığını Bediüzzaman yıllar önce fark etmiş ve uyarılarda bulunmuştur.
Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimaiyeden çekildiğim halde bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. “Eyvah!” dedim. “İnsanın, hususan Müslümanın tahassungahı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmaya başlamış?” dedim. Sebebini aradım. Bildim ki, nasıl İslamiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslama zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, biçare nisa taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki bu millet-i İslama bir dehşetli darbe o cihetten geliyor.[10]
Bediüzzaman, gençleri yoldan çıkarmak için bir takım komitelerin çalışması gibi kadınlar vasıtasıyla aileyi bozmak için bir iki komitenin perde altında çaba sarfettiğinden de bahseder. Komitenin yaptığı en büyük darbe aile hayatına ve sonraki aşamadaki darbenin ise millet-i İslama geleceği uyarısını yapar. Aile hayatının huzuru için kadınların İslami terbiyeye mazhar olmasının ehemmiyetini dile getirir.
Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan manevî evlatlarıma kat’iyyen beyan ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyeleri de ve İslam’daki terbiye-i diniyeden başka yoktur!..[11]
Dipnotlar:
[1] Emile Durkheim, Dini Hayatın İlkel Biçimleri, (Eski Yeni Yayınları, Ankara: 2011), s. 20.
[2] Emile Durkheim, Dini Hayatın İlkel Biçimleri, s. 20.
[3] Gülay Cezayirli, “DiniGrup ve Toplumsal Grup”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/782/10062.pdf
[4] Gülay Cezayirli, “Dini Grup ve Toplumsal Grup”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/782/10062.pdf
[5] Celalettin Çelik, “Türkiye’de Dini Gruplar Sosyolojisi”, ERUSAM, (Ekim 2011), s. 7.
[6] Adem Efe, Dini Gruplaşma ve Cemaatleşme Olgusunun Sosyolojik Açıdan İncelenmesi, (Anadolu Kitap Kırtasiye, Isparta: 2008), s. 32.
[7] Celalettin Çelik, “Türkiye’de Dini Gruplar Sosyolojisi”, ERUSAM, (Ekim 2011), s. 7.
[8] Alev Erkilet, Orta Doğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler, (Büyüyen Ay, İstanbul: 2015), s. 248.
[9] Said Nursi, Şualar, (Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: 2000), s. 204.
[10] Said Nursi, Lemalar, (Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: 2000), s. 203.
[11] Said Nursi, Lemalar.