MALUM OLSUN Kİ ben Risale-i Nur’un kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmekle Kur’an’ın hakikatlerini ve imanın rükünlerini ilân etmek ve zaaf-ı imana düşenleri onlara davet etmek ve onların kuvvetlerini ve hakkaniyetlerini göstermek istiyorum.
Sikke-i Tasdîk-i Gaybî
1) Risale-i Nur, bana nasıl bir “tefekkür rotası” izlemem gerektiğini gösteren kapsamlı bir haritadır.
(16 Şubat 2016)
2) DEAŞ’ı bahane ederek İslamiyet’i lekelemeye çalışan birine bir Müslüman hak verir mi? O güruhun İslamiyet’in hakikatiyle hiçbir alakası olmadığına emindir elbette. Aynı Müslüman kardeşimiz aynı şekilde emin olmalıdır ki, FETÖ denilen yapılanmanın Risale-i Nur’un hakikatiyle hiçbir alakası yoktur. “Peki neden böyle bir yapılanma, bu eserleri (güya) rehber alanlardan çıktı?” diye aklına takılanlara, Senai Demirci’nin şu güzel sözünü hatırlatırız: “Kalpazanlar en değerli banknotun sahtesini basarlar.”
(16 Temmuz 2017)
3) (Bir kendini bilmezin Risale-i Nur’a attığı iftiraya, kendi çerçevemden cevap vermek isteğiyle yazdığım maddelerdir. Söz konusu şahıs özetle Risale metinlerini küçümsüyor, anlaşılmaz buluyor ve Risale-i Nur yolunu Gülen yapılanmasıyla özdeşleştirmeye çalışıyordu.)
- Evvela insanda “haddini bilmek” gibi bir haslet olmalı. Sen kendi dandik, kopya mopyayla bitirdiğin eğitim sistemine bir bak, bir de zamanının âlimlerince asrın âlimi kabul edilen Bediüzzaman’ın tahsil hayatına bir bak. İnsafın varsa, eleştirmeden önce bir daha düşünürsün.
- Risale-i Nur, materyalist bir müfredat tarafından zihinleri dünyevi kalıba sokulmuş, meyveyi odundan ve yağmuru buluttan bilen, Yaratıcısının mesajı olan Kur’an’dan koparılmış ahir zaman insanını tekrar Kur’an’la düşünüp amel edebilecek bir seviyeye çıkartmak için yazılmıştır. Kur’an’a –hâşâ– alternatif değil basamaktır.
- Bu açıdan Risaleyi anahtara Kur’an’ı ise saraya benzetebiliriz. Bu zamanın insanına Kur’an sarayının kapısını açan Risale-i Nur anahtarını elbette çok ama çok önemseyeceğiz. Asıl önemsemeyen düşünsün!
- Bu arkadaşın Risale metinleriyle ilgili attığı üç iftirayı (anlamsız, komik, abartılı laf kalabalığı) isnad edebileceği hiçbir delili yok. Varsa söylesin. Risale şelalesi bizim dar zihin kabımıza sığışmıyorsa suç Risalelerin mi? Kedinin ulaşamadığı ciğere murdar demesi misali…
- “Öğrenilecek, ders alınacak hiçbir şey yok” cümlesi çok büyük bir iftira ve hezeyandır. Ders aldığını söyleyen yüz binlerce aklı başında insan var. Bu kadar insanın şahitliğini tek cümlede silebileceğini mi sandın? Heyhat…
- Gülen’in konuşmalarında yaptığı bu değil! Uzaktan yüzeysel bir nazarla baktığın için sana öyle geliyor. Bediüzzaman, bütün hayatının şahadetiyle hakikate sırf hakikat için hizmet etmiştir. Kendi gündemi ve hizmeti için hakikati eğip bükmeden! Gülense tam olarak bunu yapmıştır. Kendi hizmet(!) çıkarları için Risaleleri ve dinî hissiyatı kullanmıştır. Risale-i Nur’un mana dünyasına az çok aşina olan herkes bunu bilir. Keşke sen de sataşmadan önce yüzeysel değil de detaylı ve derinlemesine bir araştırma yapsaydın.
- Özeleştiri de şart. “Üstad acayip yazmış” değil de “Kur’an acayip yazdırmış” diyemediğimizden bu eleştiriler bitmiyor. Risalelerin Kur’an’la, hadis-i şeriflerle ve İslam geleneğiyle irtibatını kurmak boynumuzun borcu olarak duruyor. İmtihan dünyası…
- “O zât müşteridir ki ilişmiş. Müşteri olmayan lâkayt kalır” kaidesine binaen “belki” diyorum. Hakikati ararken mi bu kuyuya düştün yoksa sırf gündem olmak için mi bilmiyorum. Kalbinden geçeni Allah bilir. İnşallah intibaha gelip Risaleleri kalbinin en içinde saklar ve yayarsın.
Ümit etmeli her daim…
(2 Mart 2018)
4) Şerif Mardin’in Bediüzzaman Said Nursi Olayı eserini yeni okudum. “Keşke daha önce okusaymışım” demedim zira dili çok kompleks geldi, okurken zorlandığımı itiraf etmeliyim. Öze gelirsek Şeref Mardin hocaya Allah rahmet eylesin; Bediüzzaman için olumlu bir kelime sarf etmenin, hatta nötr bir konuşma yapmanın dahi bedel istediği zaman ve zeminde o bedeli göze almış. Çok ciddi taharri ve emek sarf edilmiş bir çalışma olduğu ortada. Ancak Risale-i Nur gibi Kur’an’dan süzülen bir şaheserin dünya görüşünü hakkıyla idrak etme ve aktarabilme açısından kitapta epey bir eksikler hatta yanlışlar var. Ama neyse, o zaman ve zeminin karanlık atmosferi açısından bakarsak Bediüzzaman’ı ve davasını parlatan bir eser olmuş denilebilir. Hayırlara vesile olsun…
(18 Ekim 2018)
5) Risale-i Nur, medrese-tekke gibi hakikate doğru bir usûlle ulaştıran müesseselerin kapatılarak insanların gerçekle bağlarının koparılmaya çalışıldığı bir zamanda doğrudan kâinat ile Yaratıcısı arasındaki irtibatı ifşa etmiş ve böylece her tabakadan insana yaratılış hikmeti olan marifetullah tâlimini mümkün kılmıştır.
(23 Haziran 2019)
6) Risale-i Nur mesleğinde öyle hassas muvazene ve ölçüler var ki…
Birkaç misal:
Akla gereğinden fazla önem verip kalbi geri planda bırakırsan da, kalbi fazla ön plana çıkarayım derken aklı devreden çıkarırsan da olmaz.
İman bahislerine tahkikî bir şekilde muhatap olayım derken lahikalardaki metotlarla kendini dengelemezsen sonuçları feci olabilir.
Risaleleri okuyup ondan bugünün meselelerine çare üretememek bir uç, bugünün meselelerine fazla kapılıp Risalelerin irşad yöntemini ıskalamaksa diğer bir dengesiz uçtur.
Külliyata fazla abanayım derken kardeşlerinle olan uhuvvet münasebetlerini ikinci plana atarsan hodkâmlık ve enaniyet çıkabilir. Tersi durumda ise külliyata tahkikî talebe olabilme noktasında zafiyet söz konusu olabilir.
Hizmet adına yuvandaki vazifeleri aksatmak da, yuvana fazla gömülüp hamiyetli hizmetlerden geri kalmak da gene sıkıntı.
Sonuç: Kâinattaki tüm muvazeneleri yaratan ve ayakta tutan Cenab-ı Hak, bize de bu ve benzeri tüm meselelerimizde dengeyi nasip eyleyecek olandır. Bunu ihlasla talep etmeli…
(1 Aralık 2019)
7) Cenab-ı Hak kullarından ezbere bir itaat değil tahkikî bir bağlanma ister. İman romantik bir temenni değil hakikatini anlayarak ve onaylayarak Allah’a intisap etmektir. Çürük inanışların ve sefih hayatların dört koldan saldırdığı günümüzde taklidî imanın ayakta kalması oldukça müşkülleşmiş ve tahkikî iman zaruret sırasına geçmiştir ki Risale-i Nur’un temel varoluş amacı da budur.
(10 Aralık 2019)
8) “Hem Risale-i Nur’un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-ı imaniyenin vazifesi içinde iken zalimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlarla bulaştırmamak gerektir.”
Kastamonu Lahikası
Bu satırların sahibi bir Üstad’a talebe olanların, her Allah’ın günü sosyal medyada siyasete ayar çekmece oynamalarını anlayamıyorum. Bataklığı kurutmakla vazifeli olanların, o bataklıktan türeyen karasineklerle uğraşacak vakti yoktur ve olmamalıdır kanaatindeyim.
(27 Kasım 2019)
EK: Burada yanlış anlaşılmaya sebep olmamak adına küçük bir izahta bulunmamız gerekebilir: Risale-i Nur’un insan tasavvurunda, bir insanın en küçük daireden en büyük daireye kadar her bir dairede vazifeleri vardır. İnsan, fıtratının câmiiyeti sebebiyle bütün kâinatla alâkadardır ve bu alâkadarlık ona her tabakada birtakım vazifeleri getirmiştir. Siyaset dairesi de bu vazifeli olunan dairelerden birisidir. Ancak çok büyük ve fuzulî bir daire keyfiyetinde olduğundan, şuurlu bir insan –eğer bizzat vazifedâr değilse– o daireye gereğinden fazla karışmaz, ebedî bir hayatı kazanmak için verilen latifelerini o dairenin zalimane oyunlarıyla kirletmez. Hele günlük kirli siyaset oyunlarıyla zihnini dahi meşgul etmez. İşte eleştirdiğim nokta burasıydı.
9) “Ve tevhid-i hakiki öyle bir hüküm ve tasdik ve iz’an ve kabuldür ki her bir şeyle Rabbini bulabilir. Ve her şeyde Hâlıkına giden bir yolu görür. Ve hiçbir şey huzuruna mâni olmaz. Yoksa Rabbini bulmak için her vakit kâinat perdesini yırtmak, açmak lâzım gelir” sırrınca Risale-i Nur’un vazifesi bu kâinatı yok sayarak aşmanın değil, hakikatini açmanın yolunu nev-i beşere tâlim etmektir.
Bu büyük hakikatten bizim hissemize düşen ise; baktığımız her varlıkta, münasebette bulunduğumuz her insanda, yaşadığımız her olayda onu aşmanın değil hikmetini açmanın yolunu bulmaya çalışmaktır.
(9 Mart 2020)
10) Üstad hazretlerinin “Eski Said” ismiyle şöhret bulan zaman dilimi içerisinde yazdığı eserlerinde tahkik endişesiyle, heyecanlı ve dağdağalı bir zeminde bazı Müslümanlar için söylediği kimi ifadeleri (“sâdık ahmak”, “hayâlatlarına kılınç iliştireceğim” vb.) “Yeni Said”in Risale-i Nur talebeleri arasında da istimal etmek, hakikatin dengesini muhafaza edememektir kanaatindeyim.
Risalelere zahirî bir nazarla bakıldığında bile çok rahat anlaşılabileceği üzere Yeni Said’in Nur talebeleri arasında kurmaya çalıştığı bağ uhuvvet bağıdır. Bu bağ ise tahkik namına bile olsa soğuk tenkid ile merhamet yüklü olmayan eleştirileri kaldıramayacak kadar nazik ve hassastır. Yeni Said’de artık lütufla ıslahına çalışma, insafla meşveret etme, önce şefkatli birer kardeş olup sonra zeki bir muhatap olma gibi hakiki kardeşliği tesis edici mekanizmalar devreye giriyor.
Risale-i Nur “külliyât”ına talebe olmanın lazımlarından birisi de Eski Said-Yeni Said arasında gerçekleşen vurgudaki değişimleri iyi okuyarak hakkın hatırını ve dengesini muhafaza etmektir.
(10 Mart 2020)
11) Bediüzzaman Tabiat Risalesi’nin Hâtime’sinde şöyle der:
“İbadeti terk eden mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder.”
Buradan yola çıkarak şuraya varmamız yanlış olmaz umarım: İbadeti terk eden, elbette Ayasofya’nın ibadethaneye çevrilmesinin önemini de takdir edemez. Dolayısıyla “Batı ne der, iyi döviz getiriyordu, seçmene oynadı” gibi eleştiriler sadece su üstüne çıkan tezahürlerden ibaret.
Elhâsıl problem derinlerde. O yüzden yüzeysel tartışmalarla enerji ve vakit israfı yapmak gereksiz. Kalplerdeki imanın ihyâsı için çalışmayı bu açıdan çok hikmetli, selametli ve kavrayışı derin olan bir yol olarak görüyorum. Yani Kur’an’ın feyziyle Risale-i Nur’a açılan yolu…
(13 Temmuz 2020)
12) Risale-i Nur’da yanlışlanabilir “bilimsel teoriler” üzerinden bir ispat bulamayız. Ondan çok daha yüksek olan ve yanlışlanamayan “kâinat gerçeklikleri” üzerinden gerçekleşen bir ispat metodu söz konusudur.
(10 Nisan 2020)
13) Risale-i Nur okuyanlar olarak, kimi insanlar hakkında bazen şu gibi cümleler kurabiliyoruz: “Külliyat’a bayâ hâkim.” İyi niyetle söylense de bu gibi cümleler içinde bir gafleti taşıyor. Risale-i Nur’a hâkim olunmaz, talebe olunur. Daha çok gayret eden, daha iyi talebe oluyor demektir; ki o da Kur’an-ı azimüşşana daha iyi bir talebe olabilmek, o da Allah’a daha lâyıkıyla kul olabilmek içindir. Aman bağlamları kaçırmayalım.
(23 Nisan 2020)
14) “Hem vekilimiz Ahmed Bey’e haber veriniz ki müdafaayı makine ile yazdığı vakit sıhhatine pek çok dikkat etsin. Çünkü ifadelerim başkasına benzemiyor. Bir harfin ve bazen bir noktanın yanlışıyla bir mesele değişir, mana bozulur.”
Şualar, On Dördüncü Şuâ
Geçenlerde Şuâlar’ı okurken karşıma çıkan bu metin beni düşündürdü. Bu metnin, bütün Risale-i Nur’u sadeleştirme gibi uç teşebbüslerden tutalım kendi şahsi okumalarımızdaki yüzeyselliğe kadar söylediği bir şeyler var. Zira Bediüzzaman, mahkemedeki müdafaa metinleri için dahi bir harfin hatta bir noktanın zayi olmasından endişe ediyor. İmanî bahisler hakkındaki endişesinin bundan aşağı olduğu söylenemez muhakkak. Demek Risale-i Nur’un cümlesi cümlesine hatta kelimesi kelimesine bütün metinlerine bu şuurla yaklaşmalı, bu hassasiyetle muhatap olmalı…
(7 Temmuz 2020)
15) Okuldayken güzel güzel okuturlardı: “İtalya’dan şu kanunu aldık, İsviçre’den şu kanunu. Böylece daha medeni olduk. Çağdaş uygarlıklar seviyesine… vs.”
Bakın Üstad hazretleri Birinci Şuâ’da bu teşebbüsü nasıl nitelendiriyor: “Şeriat-ı İslamiyeye suikast olarak ecnebi kanunlarını adliyeye sokmak fikri ve teşebbüsü...”
Ama enteresandır, yıllarca adliyede kendisine çektirdikleri halde bu durumu onların yüzlerine vurmuyor. Hatta mevcut kanunlar çerçevesinde hakkını talep ediyor. Bunu da onun müsbet hareket modeli çerçevesinde anlamalıyız. Eğer “Sizi Allah düşmanları, şeriat katilleri!” tarzında bir çıkışı olsaydı belki de Risale-i Nur ve talebelerinin milyonlara ulaşan iman kurtarma hizmetine muvaffak olmaları mümkün olmayacaktı. Samimî ama sindirilmiş ve güdük kalmış bir tepkiden ibaret olacaklardı.
“Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir.”
Bakara 2/269
(5 Mayıs 2021)
- Bediüzzaman’ın siyaset mesleğinden iman mesleğine geçişine dair - 23 Kasım 2024
- Hadis inkârcılarının görmek istemeyeceği alan: Sahabenin sükûtunun ikrar olması - 6 Haziran 2024
- Kastamonu Lahikası’ndan İkinci Dünya Savaşı’na bakış - 25 Mayıs 2024