Evim medresem olsun

Evim medresem olsun

BU COĞRAFYADA Risale-i Nur denilince aklıselim sahiplerinin hatırına yaklaşık bir asırdır ihlâs, samimiyet ve gayret ile gerçekleştirilen Kur’an ve iman hizmeti gelir. En kritik bir dönemde başlayan bu manevi mücahede günümüzde de manevi bir mürşid ve muhafız gibi her mümine fayda sağlayacak tarzda sürmektedir. “Müsbet iman hizmeti” olarak tarif edilen bu hizmetin esası ise ne dünyevi ne de uhrevi hiçbir şeye alet etmemek, Allah’ın vazifesine karışmamak ve yalnız kendi vazifesine odaklanmak gibi prensiplerdir.

Bu iman hizmetinin ilk hedefi kişinin önce kendi imanını kurtararak tahkiki kılmasıdır. Buna muvaffak olunduğunda ikinci derecede en yakın çevreden başlanarak başkalarının imanlarının kurtulması ve muhafaza edilmesine de gayret gösterilir. Bu gayretin bir gereği olarak Bediüzzaman, talebelerine evlerini de (akıl ve kalpleri gibi) küçük bir Nur medresesine çevirmelerini tavsiye etmiştir. En azından beş-on dakika evlerinde Risale-i Nur ile meşgul olarak ilim talebesi olma şerefini ve sevabını kazanmak için çalışmaları gerektiğini belirtmiştir. Eğer kişi tek başına yaşıyorsa imani meselelere ilgi duyan komşularıyla bu manada ders yapmaları tavsiyesinde bulunmuştur.[1]

Müminlerin evlerini Kur’an hakikatleriyle nurlandırma çabası Nur suresinin otuz altıncı ayetindeki[2] sırrı evlerimize kadar genişletebilme iradesinin bir yansımasıdır. Nur suresinin otuz beşinci ayetinde Allah’ın göklerin ve yerin nuru olduğu buyrulur. Ayrıca Allah’ın dilediği kişiye bu nurunun hidayetini nasip ettiği müjdesi verilir. Otuz altıncı ayette ise bu nurun Allah’ın isminin zikrine ve yüceltilmesine izin verdiği “beytler”de yani mescitlerde, evlerde olduğu vurgulanır. Otuz yedinci ayet ise bu nurun hükmettiği bir kalp sahibini ne ticaretin ne de alışverişin gaflete düşürmediği, Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymadığı dile getirilir. Bu manada Risale-i Nur talebelerinin evlerini nurlandırma çabalarını bu ayetlerin sırrına erişme niyeti olarak yorumlamak mümkündür.

Bediüzzaman 1949’da Afyon Hapsinden beraatından sonra –ülkenin siyasi şartlarının iyileşmesinin de sunduğu imkanlar çerçevesinde– talebelerini Türkiye’nin birçok yerinde Nur medreseleri açmaya teşvik etmiştir. O zamandan günümüze Nur talebelerinin çabalarıyla toplumdan her kesime açık olarak Risale-i Nur’un okunduğu, tefekkür edildiği binlerce Nur medresesi dünyanın dört bir yanında faaliyet göstermektedir. Nur medreselerinin sayısı gün geçtikçe artarken Risale-i Nur okuyucularının kendi evlerini medreseye çevirme çabalarının ne derecede başarılı olduğu ise ciddiyetle masaya yatırılması gereken bir meseledir. Başkalarının imanlarının kurtulması büyük bir şevk ve gayretle çalışan birçok Risale-i Nur okuyucusunun ailesine iman hizmetini hakkıyla ulaştırmakta ciddi sıkıntılar ve sorunlar yaşadığı bilinmektedir.

Bu çerçevede dini hakikatlerin tebliği hususunda yaşanan sorunlar özü itibarıyla yalnızca Risale-i Nur okuyucularının değil aslında dindar insanların ekseriyetinin yaşadığı ve gün geçtikçe daha da büyüyen meselelerdir. Çocuklar temel dini bilgilerini ve değerlerini evin içinde edinemeyince ev dışındaki imkanlara bunu telafi etmeye mecbur kalmaktadır. Ailelerin çocuklarının dini eğitimleri noktasındaki yetersizlikleri ya da ihmalleri bu işin büyük bir kısmının başkalarının sırtına yüklenmesini netice vermektedir. Metin Karabaşoğlu’nun ifadesiyle “aileler açısından muhafazakâr yapıların ve dinî cemaatlerin bir nevi ‘taşeron’ muamelesi gördükleri” bir durum yaşanmaktadır.[3] Hatta Kur’an, iman, hizmet diyerek koşturan hamiyetli insanların dahi evlerini ihmal etmelerinin bahanesi olarak bazen “Biz başkalarının yardımına koşalım, birileri de bizim çocuklarımızın yardımına koşacaktır” gibi söylemlere başvurdukları görülebilmektedir.

Bir anne babanın çocuğuna verebileceği her eğitim gibi dini terbiyenin de elbette sınırları vardır. Ancak bu derecede önemli bir vazife noktasında hiçbir şey yapılamayacağı, ebeveynin elinin tümüyle bağlı olduğu ve bu ehemmiyetli meselenin ihalesinin bütünüyle ev dışı mekanlara havale edilmesi gerektiği gibi bir anlayış kabul edilmemelidir. Aslında anne babalar her yeni doğan çocuğu ile yeniden doğarlar. Her çocuğu ile hayat yoldaşı olup önce kendi çocukluğuyla yüzleşir, varsa geçmişte yaşadığı travmalar onları tamir etmeye çalışır ve sonra da sevgi ve şefkatle çocuğuna hayat boyu eşlik eden anlayışlı birer rehber olabilme niyeti ve gayretini sergileyebilir. Bu anlamda anne babalık aslında çocukları sayısınca iç içe hayatları ve tecrübeleri tazeleyerek öz veri ve empati ile yaşama azmidir.

İyi biliriz ki çocuklar çok iyi gözlemcidir. Bir insan belki herkesi aldatabilir ancak çocuklarını asla. İnsan farklı mecburiyetler, baskılar nedeniyle ev dışında benimsemediği ya da içselleştiremediği bazı kimlikleri taşıyabilir ancak evinde saklaması mümkün olmayan gerçek kimliğiyle bulunur. Çocuklar için önemli olan işte ebeveynin evindeki bu gerçek kimliğinin nasıl olduğudur. Herkes kabul eder ki hal dili söz dilinden çok daha etkilidir. Çocuklar anne babalarının evdeki hal dillerinden ya güzel tecrübeler edinir ya da samimi bulmadıkları durumlara karşı tepki geliştirir. Bu durum özellikle dini yaşantıda örneklik ve dini terbiye noktasında bir ailenin en kritik bir meselesi olmaktadır.

Kur’an’ın “Müminler ancak kardeştirler” mesajının bir manasının da anne babalar ile çocuklar arasındaki ilişkinin bile esasında kardeşane, dostane, yoldaşane bir birlikteliğe dayanması gerektiği çıkarılabilir. Bu samimane ve uhrevi bağlarla güçlendirilmiş ilişki tarzı aile bireylerinin yaşları ilerledikçe yeni tanışıklıkları ve muhatabiyetleri beraberinde getirir. Zira insan biyolojik, psikolojik ve dini anlamda sürekli değiştiği için insanlar arası ilişkiler de son derece dinamiktir. Özellikle çocukların ergenlik ve gençlik dönemlerindeki değişimler çok daha hızlı olduğundan bu tanışıklıkların ve muhatabiyetlerin sürekli tazelenmesi daha büyük önem arz eder. Özellikle bu dönemlerde bazı aileler çocuklarıyla güçlü ilişkiler inşa edebilirken bazı ailelerde ise ilişkilerin kopma noktasına geldiği görülebilmektedir. Bu manada Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın “Kimin bir çocuğu varsa onunla çocuklaşsın” tavsiyesinden almamız gereken nice ders vardır. Buna binaen küçük çocuklarımızla çocuklaşacak, ergen çocuklarımızla engenleşecek ve genç çocuklarımızla bir genç gibi muhatap bilecek derecede olgun ebeveynler olabilmek için ciddi bir çaba sarf etmemiz gerekiyor. Ayrıca koronavirüs pandemisi karantina günlerinin bir yönüyle evimizle bağlarımızı tamir etmemiz ve en yakınımızdaki insanları daha nitelikli tanıyabilmemiz için çok önemli fırsatlar olduğunun altını çizmekte de fayda var.

Gençlerin kimliklerini inşa ettikleri bir dönemde anne babaların çocuklarıyla ilişkilerini sürekli kontrol etmeleri ve fark ettikleri hatalarını hızla tamir etmeleri çok önemlidir. Bu dönemde bazen anne babanın nasihatleri genç tarafından farklı yorumlanabilir; hatta bazen nasihatler ya hiçbir tesir uyandırmaz ya da ters tepebilir. Böyle bir durum ile karşılaşıldığında güzel örnek olabilmekle yetinmeyi bilmek gerekir. Bazen sözlü nasihat terk edilerek hal diliyle gerçekleşen fıtri bir nasihat belki en büyük nasihat hükmüne geçebilir. “Gölge etme başka ihsan istemem” diyen kinik filozof Diyojen gibi bazen gençler ve özellikle günümüzün z kuşağı birçok şeyi kendi başına başarmayı istemektedir. Bu durumda ebeveynin çocuğuna en büyük faydası gölge etmemesi ve başka gölgelerden korumak için de mümkün olduğunca çocuğuna yardımcı olması tarzında olmalıdır.

Gençlik yıllarımdan bir anım belirtmek istediklerimi belki biraz daha anlamlandırabilir. Babam Risale-i Nur’u ben doğmadan tanımış ve hayatının sonuna kadar da bu Kur’an tefsirini okumayı ve tefekkür etmeyi şevkle sürdürdü. Ancak ne çocukluğumda ne de gençliğimde Risale-i Nur okumam konusunda benim üzerimde en ufak bir baskı bile kurmadı; belki de bundan özellikle kaçındı. Hatta evimizde Risale-i Nur dersleri olduğunda ne dersi dinlemem ne de çay dağıtmak gibi işlerde kendisine yardım etmem hususunda bile beni zorlamadı, serbest bıraktı. Ben ise onun ve arkadaşlarının bu kırmızı kitapları niçin bu derece önemsediğini, sürekli okuduğunu ve daha iyi anlamak için bir araya geldiklerini uzun bir süre anlamlandıramadığım gibi aynı zamanda garipsedim. Fakat gençlik bunalımları ve aniden iç dünyamda derinleşen ölüm korkusu zaman içinde iman hakikatlerine ihtiyaç derecemi artırdı ve iştiyakla okumaya başladığım Risale-i Nur’daki Kur’anî ve imanî hakikatler hem manevi ihtiyaçlarımı karşıladı hem de akli ve kalbi yaralarımı tedavi etti. Yani Risale-i Nur’u ihtiyaç hissederek ve kendi kararımla şevkle okumaya başlamış ve bir daha da okumayı bırakmamıştım. Risale-i Nur’un bana sunduğu anahtarlar sayesinde hem Kur’an muhatabiyetlerim hem de İslam kültürünün şaheserlerine ilgi ve merakım da uyanmıştı. Şimdi o yılları değerlendirdiğimde görüyorum ki babamın kendi hal dilinin örnekliğiyle yetinmesini bilerek sergilemiş olduğu sabrı, şefkati ve anlayışı, damarıma basmaması, baskı kurmaması, gölge etmemesi ve zaman tanıması benim için çok kıymetli en büyük nasihat hükmüne geçmişti.

Hayatımın daha sonraki sürecinde iman ve Kur’an hakikatlerine meraklı birçok genç arkadaşım ile birlikte Risale-i Nur okumaları ve tefekkürlerimizin yoldaşlığında bu tecrübemin çok büyük etkisini ve faydasını gördüm. Tek tipleştiren kalıplara girmeye zorlamak yerine bir gencin kendi içsel yolculuğuna yoldaşlık etmeye çalışmak her zaman için bana daha ahlaklı, daha istikametli, daha insani ve İslami bir yaklaşım gelmiştir. Ancak hayat tecrübeme dayanarak söyleyebilirim ki ne dini cemaatlere ne de Nur gruplarına hâkim olan ne yazık ki bu manada bir anlayış değildir. Öyle ki bazen insaniyete en zıt ve en ahlaksız baskılar, istibdatlar dini duygular istismar edilerek yapılabilmektedir.

Şimdi ise babalık sorumluluğunu taşıdığım güzel bir ailem var ve çocuklarım gün geçtikçe büyüyor. Babamın bana karşı bu insani ve İslami yaklaşımı benim de başta çocuklarım olmak üzere tüm sevdiklerim ve dostlarım ile muhatabiyetimde çok değer verdiğim bir kriterimi teşkil ediyor. Yaşadıkça daha iyi anlıyorum ki bir baba olarak bana düşen görevler hal diliyle olabildiğince güzel örneklik, evimin dışında ve içindeki karakterimde ahlakî tutarlılık, çocuklarımın hakikat yolculuklarında onlara sabırla, sevgiyle, samimiyetle yoldaşlık ve arkadaşlık etmek gibi muhatabiyetlerdir. Bu uğurda samimiyet ve ciddiyetle çaba sarf edebilmem için ise şu niyetimi dünyamda ve ailemde canlı tutmam gerekiyor: Evim medresem olsun.


[1] “Her bir adam eğer hanesinde dört-beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise çok alakadar komşularından üç-dört zat birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar hakiki talebe-i ulumun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlas Risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakiki ilim talebeleri gibi onların maişetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir diye kalbe ihtar edildi.”; Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası 2, http://www.erisale.com/#content.tr.10.481

[2] “Allah’ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde insanlar sabah akşam O’nu tesbih ederler.” Nur 24/36.

[3] Mustafa Ali Aykol, “Röportaj | Metin Karabaşoğlu: ‘Cemaatler şunu sormalı: Yuva mıyız kafes miyiz?’”, Serbestiyet, https://serbestiyet.com/haberler/roportaj-metin-karabasoglu-cemaatler-sunu-sormali-yuva-miyiz-kafes-miyiz-80916

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.