Herkes bilir bu hikâyeyi…
Bilmeyenler de duymuşlardır, mutlaka birilerinden…
Duymayanlar da okuyunca bilsinler o zaman burada okuduklarından…
Bir zamanlar bir baba ve bir oğlu varmış. Babası oğluna sürekli “Senden adam olmaz” diyormuş. Babasının bu sözüne de oğlu darılmış, “Ben de büyük bir adam olucam ve nasıl adam olunur babama gösterecem” diyerekten çıkmış yola. Kâinatı gezmiş dolaşmış ve en son bir yerde bir ülkenin padişahı olmuş. Ondan sonrada babasına adam olduğunu ispatlamak için de askerlerini gönderip babasını padişahı olduğu ülkeye getirtmiş. Demiş babasına oğlu “Baba bak, sen bana adam olamazsın diyordun. Ben bu ülkenin padişahı oldum. Herkes beni dinliyor ve istediklerimi yerine getiriyor” demiş. Babası da oğluna “Evladım ben sana padişah olamasın demedim, adam olamasın dedim” demiş. “Eğer adam olsaydın askerlerini göndertip beni ayağına getirtmez sen beni görmeye gelirdin” deyince baba, anlamış oğlu o zaman babasının ne demek istediğini.
Hiç çevremizde olup bitene dikkat kesildiğiniz olur mu?
Mesela toplu taşıma araçlarında istemeden duymak zorunda olduğumuz konuşmalara…
Ya da sanal âlemlerde dolaşırken yapılan paylaşımların altlarına yapılan eleştirilere dikkat eder misiniz?
Dikkat çekmek istediğim, birazcık dikkat etmekle anlaşılır çok önemli bir mesele…
Bir insanın mesleğine, hangi branştan olduğuna bakın ve o insanın yapılan paylaşımların altlarına yazdıkları yorumlara, eleştirilere, ifadeleriyle bir nebze karşılaştırın.
Sanki her şeyde en bilgili, en görgülü, en anlayışlı oymuş gibi bir tavrı var. Ondan başka sanki herkes cahil, bilgisizmiş gibi haletinde…
Sanki her şeyi o biliyor da ondan başkası bilmiyor…
Sanki her şeyi en doğru o eleştiriyor da ondan başkasının eleştirisinin kıymeti yok…
Sanki her şeyi en mükemmel o anlatabiliyor da ondan başkası cümle kurma özürlü…
Her şeye en zekice o yorum yapıyor da sanki ondan başkasının yorumları gereksizce…
Herkesi o ölçüp biçebilir ve bir kefeye koyabilir de sanki başkasının buna hakkı bulunmuyor…
Sanki futbolu sadece o biliyor ve yorumluyor da başkası bilmiyor ve konuşamıyor…
Sanki siyaseti sadece o biliyor ve konuşuyor da başkaları bilmiyor ve konuşamıyor…
Sanki devleti, işleyişini, yönetimini, nasıl olması gerektiğini ve ne yapması gerektiğini sadece o biliyor, o yönetiyor ve o konuşuyor. Başkaları hiçbir şey bilmeyen zır cahil…
Erkekleri, kızları sadece o biliyor ve konuşuyor…
Kâinatı, varlıkları sadece o biliyor ve konuşuyor…
Herkesi “Sen şusun, öteki budur” diye bir yerlerle ilişkilendirip dışlıyor…
Ama bir tek asıl mesleği neyse onun gerektirdikleri kurallar, düsturlar her neyse onu konuşmuyor.
Ey insan! Bir düşün! Neden herkes her konuda senin gibi düşünmüyor, konuşmuyor, fikir beyan etmiyor.
Neden kendini bilen insanlar her şeye bir yorum yapmıyor?
Yoksa onlar cahil mi?
Bilgisiz mi?
Tecrübesiz mi?
Neden acaba bazı konularda susuyor da bazı konularda fikir beyan ediyor?
Ey kendini insan bilen insan!
Ne demiş ahirzamanın Bedi’si bak onu dinle:
Ne mutlu o adama ki kendini bilip haddinden tecavüz etmez. Nasıl bir zerre camdan, bir katre sudan, bir havuzdan, denizden, kamerden seyyarelere kadar güneşin cilveleri var. Her birisi kabiliyetine göre güneşin aksini, misalini tutuyor ve haddini biliyor. Bir katre su, kendi kabiliyetine göre “Güneş’in bir aksi bende vardır” der. Fakat “Ben de deniz gibi bir âyineyim” diyemez. Öyle bütün kusurlar ademden ve kabiliyetsizlikten ve tahribden ve vazife yapmamaktan ve vücudî olmayan ademî fiillerden geliyor. Zaten şerli ve ademî ve tahribçi işlerde kuvvet ve iktidar lâzım değil; az bir fiil ve cüz’î bir kuvvet, belki vazifesini yapmamak ile bazan büyük ademler ve bozmaklar oluyor. O şerir fâiller, muktedir zannedilirler. Halbuki ademden başka hiç tesirleri ve cüz’î bir kesbden hariç bir kuvvetleri yoktur. Fakat o şerler ademden geldiklerinden, o şerirler hakikî fâildirler. Bil-istihkak, eğer zîşuur ise cezayı çekerler. Demek seyyiatta o fenalar fâildirler.
Asa-yı Musa, s. 81.
Bir insan aynı anda iki işi tam olarak yapamaz. İki istidatını da aynı anda geliştiremez.
Bilimsel araştırmalar da bir insanın aynı anda birden fazla farklı işi yapamayacağını gösteriyor.
Bizlere çevremiz demiyor ki sen siyasetçi olamazsın.
Futbolcu, gazeteci, yorumcu vs. olamazsın…
Kimse demiyor sana “Sen adam olamazsın” diye…
Fakat biz seni tanıyamıyoruz sen nesin?
Makamın mevkiin ne?
Branşın mesleğin ne?
Sende olan onca yeteneklerinden hangisini geliştirebildin?
Seni gerçekten anlamak istiyoruz. Sen kimsin?
Bak her hayvan kendi işini yapıyor.
Her bitki de kendi işini mükemmel olarak yapıyor.
Canlı ve cansız her mahlûkat da kendi işini aksatmaksızın yapıyor.
Bütün melekler ve cinler de kendi işlerini yapıyorlar.
Şeytan bile kendi vazifesinin dışında bir iş yapmıyor.
O zaman biz de adam gibi adam olalım. Mesleğimiz neyse, hangi alanda istidatlarımızı geliştirdiysek onun gereğini yapalım. Ha, illaki bir yorum yapacak isek kırıp dökmeden, incitmeden üzmeden insancasına söyleyelim.
Unutmayalım “Üslup, insanın bizzat kendisidir.” demiş Buffon…
“İnsanların çoğu cevap vermek için dinliyor, anlamak için değil” demiş Stephen Covey…
Biz de her söylenilene, her paylaşılana, her konuşulana, her anlatılana cevap vermek zorunda kendimizi hissederek dinlemeyelim. Önce doğru anlayalım, varsa bir bilgimiz konuşalım. Yoksa susup konuşanlara ve bilgisi olup paylaşanlara saygı gösterelim. İşte o zaman insanlığımız ortaya çıkar.
Ve yine zamanın Bedi’si “Amelinizde rıza-i ilahi olmalı. Lem’alar, s. 160” diyor.
Bir soralım vicdanımıza…
Her konuşmamızda, yorumumuzda, işimizde, paylaşımlarımızda ve eleştirilerimizde rıza-i ilahi var mı? Varsa hangi ulvi derecede var?
Yine Mevlana’nın dediği gibi “Ya olduğumuz gibi görünelim ya da göründüğümüz gibi olalım” Vesselam.
Evet ya göründüğümüz makamda olmaya ya da olduğumuz makamda görünmeye var mıyız?
- Gerçek mutluluğun sırrı - 23 Şubat 2016
- Çalışıyor(muy)uz, ama nasıl? - 3 Şubat 2016
- Sadece insanların yapabildiği bir meslek - 3 Ocak 2016