Kastamonu Lahikası’ndan İkinci Dünya Savaşı’na bakış

Kastamonu Lahikası’ndan İkinci Dünya Savaşı’na bakış

Giriş

Öyle zatlar vardır ki, cüz’i ve süfli kayıtlardan kurtulmuşlardır. Böylece her şeye külli ve ulvi bir nazarla bakarlar. Bu nedenle onların yorumları sadece yaşadıkları asrı ve çağdaşlarını değil, bütün asırları ve insanları ilgilendirir. Çünkü hakikat kuşatıcıdır. Gerçek ehl-i hakikat, artık her insanı ve her zamanı ilgilendiren tesbitler yapar, bu yolla bir nevi ölümsüz olurlar.

Su ihtiyacımızın maddi bir hakikat olması ve gelmiş geçmiş hiçbir insanın bundan istisna olmaması gibi, manevi hakikatler de böyle tüm insanları kuşatır ve kimse istisna olamaz. Eşyanın hakikati sabittir.

Hayatının ve eserlerinin şehadetiyle, geçen asrın en büyük hakikat insanlarından biri olan Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin olaylara bakışı da bu açıdan çok kritiktir. Böyle zatlar adeta çağının tanıklığını yapar, yaşananların aslında ne manaya geldiğini bütün insanlığa ilan ederler.

İnsanların büyük çoğunluğu kendi günlük işleriyle meşgul olduğundan, hem herkese her şeyi ifade edebilecek bir iktidar ve mezuniyet verilmediğinden dolayı bu zatlar bu noktada vazifeli sayılırlar. Eğer yorumları akla ve hikmete muvafık düşüyor, dinin ruhunu rencide etmiyor, hem ümmetin genel telakkisinde hüsn-i kabul görüyorsa o zaman bu vazifelendirilme tasdik edilmiş olunur. Elbette görebilen gözlere, ölmeyen ve sönmeyen akıllara…

Bediüzzaman hazretlerinin Kastamonu vilayetinde sürgün kaldığı yıllara denk düşen İkinci Dünya Savaşı, onun tabiriyle İkinci Harb-i Umumi, öyle büyük bir içtimai olaydır ki kendini dış dünyaya kapatan ve hem fiziki hem de zihni olarak münzevi bir hayatı tercih eden Bediüzzaman’ı dahi zaman zaman kendisiyle meşgul etmiştir. Biraz da talebelerinin soruları ve istekleri üzerine bu savaş hakkındaki yorumlarını nakletmiş ve kayda geçirtmiştir.

Ancak Bediüzzaman bu savaşın siyasi ve diplomatik cephesine değil ilahi takdire bakan ve mimsiz medeniyet dediği Batı medeniyetinin tahlili tarafına yoğunlaşmıştır. Bu sayede tesbitleri zamanın ve zeminin kayıtlarından kurtulmuş, bugün de okuyup ders alabileceğimiz külli tesbitlere dönüşmüştür. Kimi fikir adamlarına göre üçüncü dünya savaşının arefesinde olduğumuz bugünlerde bu mektupların değerinin daha da arttığı kanaatindeyim.

Ben burada ilgili mektupların ayrıntılı tahlillerine girişmeyeceğim. Sadece taramamda tesbit edebildiğim birkaç anahtar metni kısa yorumlarla burada paylaşarak kalanını müdakkik ve meraklı ehl-i fikrin mütalaasına havale edeceğim.

Bu mektuplardaki bakış açısı layıkıyla kavranır ve günümüz içtimai gelişmelerine tatbik edilebilirse çok daha isabetli bir nazarla hadiselere muhatap olacak, ifrat ve tefrit uçlarına savrulmaktan kurtulacağız inşallah. Buna inancım tam.

Savaşa bakış

Tıpkı okulun düzenini bozan bir öğrencinin disipline ya da toplumun güvenliğini ihlal eden bir adamın mahkemeye verilerek cezaya çarptırılması gibi, Bediüzzaman hazretlerine göre varlık ve insanlık âleminin düzenini bozan, huzurunu ihlal eden Batı medeniyetinin özellikle son asırda işlediği cürümler sebebiyle beşeriyete bu büyük musibet musallat olmuştur. Onun bu savaş hakkında yaptığı pek çok tesbitten birisi şu şekildedir:

“(…) Medeniyetin sefahet ve dalâletine ceza olarak gelen gadab-ı ilâhinin bir cilvesi olan Harb-i Umumî (…)”

Malumdur ki Batı medeniyeti özellikle 19. asırdan sonraki küreselleşme süreciyle neredeyse tüm beşeriyeti etkisi altına aldı. Doğrudan ya da dolaylı olarak hemen tüm insanlara bir şekilde tesiri oldu. Bu sebeple Batı’nın sefahet ve dalaleti de ne yazık ki onlara has kalmayacak bir şekilde bütün dünyayı kirletti. Bu durum neticesinde de bütün insanlığa bir bedel ödetildi.

Gene Kastamonu Lahikası’nda geçen “ekseriyetin hatâsına terettüp eden musibet-i âmme” ifadesi bunu göstermektedir. Baştaki örneği kullanacak olursak, bir öğrencinin suçu sebebiyle sadece o öğrenci disipline verilirken bütün sınıfın suça (doğrudan ya da dolaylı olarak) iştirak etmesi halinde onların sınıfça disiplin kuruluna sevk edilecekleri açıktır.

Bediüzzaman hazretlerine göre bu ikinci harbin birinci harple de mânen alakası vardır. Birinci Dünya Savaşı’nda İslam âlemini esaret altına alarak yaptıkları zulümler, cebirler, ihanetler mimsiz Batı medeniyetinin bu sefer kendi içerisinde müthiş bir “savaş tokadı” yemesine sebep olmuştur. Bu konuda Fil suresinin tefsiri sadedinde şunları söylemektedir:

“Senin dinin ve İslâmiyetin ve Kur’ân’ın ve ehl-i hak ve hakikatin cebbar düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaati için mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyaya senin Rabbin nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun? Gör, bak!” diye mânâ-yı işârîsiyle bu cümle aynen makam-ı cifrîsiyle tam bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihiyle, aynen âfât-ı semavî nev’inde semavî tokatlarla, “İslâmiyete ihanet cezası olarak…” diye mânâ-yı işârî ifade ediyor. Yalnız اَصْحَابِ الْفِيلِ yerinde اَصْحَابِ الدُّنْيَا gelir. Fil kalkar, dünya gelir.

Yani kısaca söylersek, Birinci Dünya Savaşı neticesinde İslamiyet’e öyle bir ihanet edildi ki, ancak İkinci Dünya Savaşı gibi dehşetli bir tokatla onun cezası ödenebildi. Tam burada düşülen bir haşiye, olayın manevi cephesini anlamak için pek çok ipucu barındırıyor. Bu nedenle onu da makam münasebetiyle eklemek istiyorum:

Bu fil lâfzı kalkmasının sırrı, eski zamanda, dehşetli fil-i Mahmudî azametine, heybetine dayanmış, hücum etmişler. Şimdi ise, dünya servetine ve malına ve o servetle filolar teşkil edip, hattâ, kırk milyon bir millet, o fil gibi filolarla dört yüz milyonu esaret altına almış. Ve Avrupa medeniyetçileri, medeniyetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiatıyla ve sefahetiyle ve dinsizliğiyle üç yüz elli milyon Müslümanların her tarafta hâkimiyetlerini imha edip, istibdadına serfüru etmiş ve bu musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiş. Ve dünyaperest, gaddar zâlimler, zulümlerine ceza olarak tokatlar gelmeye; ve fakir ve mâsumlar ve mazlumlara, fâni mallarını ve hayatlarını âhiretlerine çevirmek ve kıymettar eylemek ve dünyadaki günahlarına keffaretü’z-zünûb etmeye kader-i ilâhîye fetva verdiler.

Elbette böyle büyük bir cinayet, büyük bir mahkeme ve ciddi bir ceza gerektiriyordu. Üstad da neticede öyle olduğunu belirtiyor. İkinci Dünya Savaşı’nın iç yüzünü bu şekilde izah, Fil suresini bu suretle tefsir ediyor.

Böyle umumi musibetlerde masumların da çok canının yanması, elbette rahmetin tecelligâhı olan insan kalbini de çok yaralıyor. Hem bu hal umumi rahmete de zahiren muvafık düşmüyor. Yukarıdaki metinde bu konuya da değinen Bediüzzaman, masum ve mazlumlara da fani mallarını bâki eylemek, dünyadaki günahlarına kefaret olmak gibi sonsuz hayata bakan teselliler veriyor. Kısa dünya hayatlarının ağlamasına mukabil sonsuz hayatta onları güldürecek çok büyük ecirlere nail olacaklarını müjdeliyor. Ne mutlu mazlum o kimselere ki bu müjdelerden nasibi ziyade olsun.

Peki savaş gibi büyük bir musibete karşı bizler ne yapabiliriz? Neticede elimizde iktidar, şöhret, servet ve benzeri güçler bulunmuyor. Zahiren baktığımızda sıradan insanlar olarak yapabileceğimiz hemen hiçbir şey yokmuş gibi görünüyor. Bediüzzaman hazretleri burada da ezber bozucu bir yorum getirerek aslında asıl kozun bizim elimizde, yani imanî ve Kur’ânî hizmetlerimizde olduğunu ifade ediyor:

Evet, Risale-i Nur, sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cûdî hükmüne getirip küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına sebeptir. Çünkü zaaf-ı imandan gelen tuğyan, ekseri musibet-i âmmeyi celb ettiği gibi, imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risaletü’n-Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmaya rahmet-i İlâhiye tarafından vesile oldu.

Bu fevkalade tespiti hakkıyla anlayıp tasdik edebilmek için evvela kâinatın yaratılış maksadına odaklanmamız gerekiyor. Hadis-i kudsinin işaret ettiği üzere kâinatı ve içindeki mevcudatı bilinmek, tanınmak, sevilmek için yaratan Cenab-ı Hak, kendisine iman ve itaatla karşılık veren kullarını koruyup gözetirken isyan ve küfranla karşılık verenleri ise şiddetli tokatlara maruz kılıyor. Dolayısıyla dünya çapında küreselleşme eğilimi gösteren isyana karşılık olarak dünya çapında bir tokat gelirken iman ve Kur’an hakikatlerinin hem kemiyeten hem de keyfiyeten genişleme eğiliminde olduğu topraklar ise muhafaza ediliyor. Tabiri caizse dersini çalışmayıp çevresini de ifsad eden öğrencinin kulağı çekilirken çalışkan öğrenci takdir ediliyor ve ona tabii ki dokunulmuyor.

Elbette olayın manevi cephesini göremeyen maddi akıllar bu noktayı takdir edemeyecek, sadece siyaset ve diplomasi gibi ilişkiler üzerinden olaylara anlam vermeye çalışacaklardır. Halbuki zerrenin intizamı şehadetiyle bir zerrenin idaresini bile tesadüfe bırakmayan Kâinat Mutasarrıfı, böylesine ehemmiyet verdiği kullarının kaderini gafil siyasi kafalara hiç bırakır mı? Siyasi ve diplomatik ilişkiler sebepler dairesindeki adi bahanelerdir. İş gören her şeyde olduğu gibi kudret-i ezeliyedir.

Sonuç

Bunlar ve benzeri onlarca tesbit Kastamonu Lahikası’nda yer alıyor. Ayrıca Emirdağ Lahikası gibi diğer kitaplarda da bu savaşın mahiyeti ara ara gene ele alınıyor. Denizden bir katre kâfi ya da “Arife tarif yeter” diyerek kısa kesmiş olalım.

Sanırım bize düşen de ehl-i hakikat insanların hayatları boyunca yaptıkları tesbitlerini büyük bir dikkatle okumak, incelemek ve bu suretle günümüze dersler çıkarmak olmalı. Bugünü de kuşatan hakikatli yorumlar geliştirmeye çabalamalı.

Mesela yine Kastamonu Lahikası’nda geçen ve “Âhirzamanda bir şahsın hatiât ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair” rivayetlerin ele alındığı mektupta, radyo vesilesiyle bir adamın binlerce günaha aynı anda girebildiği ve bu sebeple kâinatı kızdıran ve kıyametin kopmasına sebep olacak cürümlerin işlendiği belirtilmektedir. Buna göre günümüzde internet ve kitle iletişim araçları vasıtasıyla bu günahların katmerlenerek ilerlediği ve çok feci tokatlara maruz kalınabileceği anlaşılmaktadır. Bu gibi mektupları bugünlere yorumlama yoluyla muhakkak pek çok hikmet çıkarılabilir, kendimiz ve yakın çevremiz başta olmak üzere insanlarla bu uyarı ve ikazlar paylaşılabilir.

Gayret bizden, netice Hak’tan.

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.