Londra’ya iniş, sevdiklerinden ayrılış…
Mağaradan çıkmıştı Dürrüşehvar.
Artık kendini dünyanın merkezinde hissetmek bitmişti. Ailenden uzakta yabancı bir ülkede yaşama vakti gelmişti. Kulağımda Eddi Veddir’ın o sevdiğim şarkısı:
Circles they grownand they swallow people whole
Half of their lives they say goodnight to wives they’ll never now
A mind full of questions, and a theacher in my soul
And so it goes…
Ruhum bir dönüşüme hazırlanıyor gibi, tüm o narsisist haller, egoist davranışlar…
Bediüzzaman’ı daha yakından anlama isteği sarmıştı her yerimi, sıradan bir nurcu olmaktan çıkma çığlıkları atıyordum içimde.
Hiçliğini hissediyor Rânâ… Evrenin içinde bir nokta oluşunu tefekkür edip, Rabbü’l Aleminin ne kadar mükemmel olduğunu tahayyül etmeye çalışıyordum küçüçük aklımla…
Utanıyor bir yandan… Bunca yıldır ne yaptın Dürrüşehvar?
Hemen aklıma Cengiz Numanoğlu’nun o sözü geliyor:
Kim demiş insana “düşünen hayvan” diye;
Düşünüyorsa eğer bu kan bu hüsran niye?
Ala-i illiyinden esfel-i safiliğine inen insanoğlu…
Londra’ya vardığımın ikinci günü okuluma öğrenci kartımı almaya gidiyorum. Kaldığım dersanedeki her dilden Risale-i Nurları görünce gönlüm huzurla doluyor.
Okula gidiyorum, Türkiye çevre kirliliği açısından Londra ile kıyaslanamaz. Londra’da sokaklar tertemiz. Sanki bir İslam ülkesinde yürüyorum.
Okula vardım. Öğrenci kartımı aldıktan sonra öğle namazı vakti girmişti. Biraz telaşlanmıştım, nerede kılacağım diye. Hemen mescidin olup olmadığını soruyorum.
Tatlı mı tatlı Pakistanlı Shaziya bana tarif ediyor mescidin yerini. Biraz şoktayım, çünkü okulun içinde kocaman ve tertemiz bir mescid var. Ayrıca bayanlara ayrı kocaman bir şadırvan…
Ne yalan söyleyeyim İstanbul’dayken kaç kere Süleymaniye Camiinde buz gibi suyla abdest almışımdır. Londra’da sıcak suyla abdest alıyorum. Mescidde Suud-i Arabistan’dan gelen çarşafıyla master ve Phd yapan bir sürü tatlı mı tatlı arkadaş ediniyorum.
Yemekhaneye gidiyorum. Müslümanlar için ayrılmış bir bölme var. Şaşkınlığım devam ediyor. Ben bir Müslüman ülkesinde miyim?
Dersaneye dönüyorum. Dersanemiz iki katlı bir ev bahçesinde iki tane tatlı kedisi olan, isimleri Chubby and Charming.
Her akşam İngilizce Risale okuyoruz. 4 kişiyiz. İkisi Fransa’dan, diğeri Türkiye’den doktora için gelen Emine abla.
Bu şirin evde birlikte olduğumuz vakitler sesli tesbihat yapıyoruz şeytanı çatlatırcasına…
Kızlar o kadar takvalı ki hazırladıkları Schedule’da teheccüd namazı bile var MaşaAllah. Kendimi çok dünyevi hissediyorum.
Sanki bir İSLAM ülkesindeyim.
Bediüzzaman’ın o sözü çınlıyor kulaklarımda:
İslamiyet Batı’da doğacak ve en yüksek gür sada İslam’ın sadası olacak!
Ne güzel bir müjde bu… Ama ben garip hissediyorum kendimi? Bunca yıl Üstadım olan Bediüzzaman’ın gayesi ve davası için ne yaptım? O bizler için tımarhanelerde yatmıştı, ben 21 yıldır ne yapıyordum. Kim kimin için tımarhaneye yatar söyleyin?
Seni hiç anlayamadım Üstad’ım. Ne kadar da büyüttüm başıma gelen olayları… Saçma sapan şeyler için tasalandım, üzüldüm…
O yüz yıl önceden görmüş ve demişti:
Bana sen şuna buna niçin sataştın diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye imanı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!
Ah üstadım sen neler yaşadın iç dünyanda?
Bense günde 10 sayfa Risale okumakla kendimi Nurcu sandım, sana talebe olduğumu düşündüm. Ne talebesi? Ah! Dürrüşehvar Rana sen hiçbir şeysin. Mevlana’ın dediği gibi:
Bizler var gibi görünen yoklarız.
Ve başka bir yerde ne demişti Mevlana:
Ancak fikirdir varlığın; gerisi et ve kemik bir yığın.
Biraz kendime gelmek için Starbucks’a gidip kahve alıyorum. Etrafımda her türlü ırktan insan. Londra’nın bu Multi-cultural yapısını seviyorum.
Düşüncelerimi çocuklarım gibi hissediyordum, onları iyi yetiştirmeye çalışıyordum; ama yapamıyordum, nefs-i emmarem izin vermiyordu buna. Ah Üstad’ım! Sana layık bir talebe olabilecek miydim?
Ben bu duygu yoğunlu içindeyken kendini bilim adamı sanan Türkiye’deki akademisyenler ne yapıyordu? Başörtülüler Arabistan’a gitsin diyen mahluklar, İran’dan beter olacağız diyen cehaletin içinde boğulan kişiliksiz şahsiyetler ne yapıyordu? Eminim televizyon karşısında mayışmış bir halde dizi seyrediyorlardır.
İran’dan beter olduğumuzun farkına varamayan cahil insanlar ne yapıyorsunuz? Evet İran’dan beteriz maalesef. Türkiye İran’ın tam opposite politikasını uyguladı yıllarca.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde başörtüsünden dolayı kaç kere soruşturma yiyen Doktor Beyza Arbak hakkını helal etti mi ?
Siz kendini yıllarca bilim insanı zannetmiş profesörler, hiç mi İngiltere’yi ziyaret etmediniz?
Kur’an’da bu tip profesörler için kitap yüklü merkep deniyor. Ah gariplikler ülkesi Türkiyem, sen nasıl bir yersin? İngiltere’de hapishanelerde bile mescid olduğunu öğreniyorum. Burada mahkumların bile inancı kollanırken, Türkiye’de öğrencilerin inancına saygısızlık göstermek neyin demokrasisi oluyor?
Babam Deniz Harp Okulu’nda subayken amirali tarafından içki içmeye zorlanmıştır. Karanlıklar ülkesi Türkiyem. Sen nasıl bir yersin?
Okulda hiç Türk olmadığı için garip mi garip Türkiyemi yalnız başıma temsil etmeye çalışıyorum.
Her gece bağırıyorum, NEREDE BU TÜRKLER? NEDEN BU KADAR TEMBELLER?
Kafam yine karışık, yine satranç tahtası gibi… Beynimin boş sokaklarında yürümeye çalışıyorum sendeleyerek…
Mevlana’nın şu sözü kendime getiriyor:
Ey gönül ne tuhaf değil mi?
Bütün bir ömür sana şah damarından daha yakın bir sevgiliyi aramakla geçiyor.
Rabbim sen bizi kendi nefsimizin eline bıraktırma, şah damarımızdan yakın olduğunu aklımızdan çıkartma!
Biraz da olsa kendime geldim. 90 yaşında bir çocuk gibiyim sanki.
Özetle şunu anladım:
Burada İMANSIZ İSLAM yaşanırken,
Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerde İSLAMSIZ İMAN yaşanıyor.
Zaten Bediüzzaman 100 yıl önce söylemiş, Ah Dürrüşehvar Rana ne geveleyip durursun ki, bırak Risale-i Nur konuşsun:
Osmanlı hükümeti Avrupa ile hamiledir, Avrupa gibi bir hükümeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyete hamiledir, o da bir İslâm devleti doğuracak
İngiltere doğum sancıları yaşarken, Müslümanlar birbirini yemekle meşgul…
Kulaklarınızda çınlayan ve Bediüzzaman Hazretlerine ait olduğunu söylediğiniz “İslamiyet Batı’dan doğacak” cümlesini ben Risale-i Nur Külliyatında hiç görmedim, hatıra mı acaba? Kaynak nedir?
Yorumunuzu şimdi görüyorum, kusura bakmayın. Güneşin batıdan doğacağı ve İslamın en yüksek gür sada olacağı çeşitli yerlerde geçiyor. Ama İslamiyetin batıdan doğacağı gibi bir cümle direkt geçmiyor olabilir haklısınız. Düzeltmem gerekli. Teşekkür ederim yorumunuz için.
Selamlar,
Yazınızı çok beğendim. Tüm içtenliğinizle yazdığınız kaleminize, yüreğinize sağlık.
Batı Avrupa ve Amerika gibi ülkelerde karşılaştığımız bu tarz durumlar bizi mecburi bir karşılaştırma yapmaya zorluyor. Neden bizde böyle değil diye şikayetleniyoruz sürekli. İmansız İslam ve İslamsız iman sözlerine yüzde yüz katılıyorum. Türkiye ve birkaç Arap ülkesi için bunun kesinlikle ve kesinlikle taklidi imandan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. İmanların hakiki bir zeminde olmaması içtimai hayatta birçok zorluk karşımıza çıkarıyor. İmanların hakiki olmaması, İslam ahlakının sağlam bir zemine yerleşmemiş olması; İslamdan, İslam ahlakından çok uzak tutum, hareket, davranışların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Fakat ülkemizin büyük bir çoğunluğu bu İslamdan uzak davranışları İslam ile bağdaştırmaya bayılıyor. Bunlar maalesef hep cehaletten doğuyor. Ve bizim insanımız nedense üniversite okumuş, metropolde yaşamış… vb insanların sözlerine nedense çok itimad ediyor. Halbuki Hak’kın gerçekliğinden uzak, araştırma, okuma, bilinçlenme vasıflarından yoksun, ahlak normunu isteklerine göre şekillendiren insanların söylemlerine itimad etmek, güvenmek çok yanlış bir tutum.
Birçok kişi karşısındaki kişiyi olduğu gibi değil de görmek istediği kıvama getirmeye çalıştığı için oluyor belki de. İnsanlar hep standardize edilmeye çalışılıyor.
Aslında Avrupa ve Amerika’daki ibadet haklarından bahsedersek, gerçekten bu tanınan hakları saymakla, anlatmakla bitiremeyiz. Ülkemizi düşünüp ne yapmak, nasıl bir yol izlemek gerektiğini düşünürsek de; Bediüzzaman hazretlerinin birçok sözünde geçen “Ey nefsim!” sözüyle başlayıp öncelikle kendi nefsimizden kendi dairemizden başlamalıyız.
Allah İslam’ı hakkıyla öğrenebilmeyi ve öğrendiklerimizle hakkıyla amel edebilmeyi nasip eylesin. Amin.
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. Amin elfü amin…