Mübalağa perdesi

Mübalağa perdesi

Hemen hemen herkesin hayatında şahit olduğu veya olabileceği gerçeklerden biridir, hakikatin yanlış temsilinin ne denli zararlı sonuçları doğurduğu. Söz gelimi dini hal ve kal diliyle tebliğe mükellef bir âlimin bu iki dili arasında bir uçurum gözlemleniyorsa dine muhtaç olanlar ile din arasına bir perde çekmiş demektir. Veya dini anlatırken abartıdan kaçınmıyorsa bu hem anlattığı hakikatlere karşı bir hürmetsizlik manasına gelir hem de abartıdan hoşlanmayanları yine o hakikatlere karşı soğutur, belki inkarlarına sebep olur. Dinî hakikatleri anlatma makamında bulunanların mübalağadan kaçınmaları gerektiğini izah eden Bediüzzaman, Muhakemat’ında şu ifadeleri kullanıyor:

Vaiz hem hakîm hem muhakemeli olmalıdır. Evet muvazenesiz vaizler çok hakaik-i neyyire-i diniyenin husufuna sebeb olmuşlardır. Meselâ inşikak-ı kamer olan mu’cize-i mütevatire-i bahireyi, meylü’l-mücazefe ile, arza nüzul ile peygamberin cebine girip çıkmış olan ilâve, o Güneş-misal mu’cizeyi Süha yıldızı gibi mahfî ve kamer-misal olan bürhan-ı nübüvveti münhasıf ettiği gibi münkirlerin bahanelerine kapılar açtı.

Muhakemat

Mübalağa ile ilgili bu düsturları şahit olduğum olaylarla birlikte düşündüğümde ise daha alınacak çok yolumuzun olduğunu görebiliyorum. Camideki vaizden dershanede Risale dersi yapan vakıflara kadar, hepimizin şu veya bu ölçülerde hakikatlere perde olduğumuz acı bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Risale-i Nur’a sadakati bir dershane ortamındaki çay muhabbetinde Bediüzzaman’dan başka referans kullanılmaması şeklinde anlayanların, bir gencin Risale ile arasına mesafe koymasına sebebiyet verdiklerini de bu acı gerçekler listesine ekleyebiliriz. Dahası yıllarını bu hizmette geçirmiş nicelerinin Risale-i Nur’un hakiki değerine kanaat etmeyip onu medhedeyim derken aslında zemmeden nice sözleri sarf etmelerini de bu acı gerçeklere dahil edebiliriz.

Etrafında toplanmış gençlere Risale-i Nur’a kadar gelmiş geçmiş bütün bir İslam geleneğinin kainatı ihmal ettiğini, 7O’lerde Risale-i Nur talebeleri hariç hiçbir İslamî cemaatin olmadığını ve hepsinin önünü nurcuların açtığını, Risale-i Nur külliyatının bütün tarihî gerçeklerden bahsettiğini, Risale üzerine yapılan konferansların, yazılan kitapların çok gereksiz ve boş yere kafa doldurduğunu, bir insanın Risale-i Nur dışında bütün kitapları okusa da ilminin yine bir Nurcudan az olduğunu söylüyordu bu hizmet ehli insanlardan birisi. Ben ise yine Bediüzzaman’ın mübalağa ile ilgili olarak söylediği “Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalık etmek demektir” hakikatini hakkalyakîn derecesinde yaşıyordum o esnada. İyilik etmek isteyen mübalağalı bir anlatım fakat karşısındaki gencin gönül dünyasından kayıp giden bir hizmet ehli.

Mübalağanın ters etki yaptığını hem duyduklarım hem de yaşadıklarım böylece gösteriyordu. Hakikat ile ona muhtaç olanlar arasında perde olmamanın yolu ise Mektubat’ta yer alan şu ifadelerde saklı gibi geliyor bana: “Ehil olmayanlar bir işe girseler elbette suistimal ederler.” Çözüm ehil olmaya gayret etmekte öyleyse.

Mübalağanın zararlarından bahseden bir eseri anlatırken mübalağa ediyorsak ehil olamamışız demektir. Risale hizmetinde zayiatların azalması, kimseyi soğutmayan bir hâl ve kal dilinin tutturulması için, ehil olmanın müktesebat sahibi olmak gibi birtakım objektif kriterlere bağlanması önemli bir adım olabilir. Vakıflık müessesesinin hakikî bir vukufiyet anlayışına bina edilmesi neden mümkün olmasın?

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.