CUMA NAMAZINI bayram namazı ve hatta haccın yaşattığı bir ittihat hissiyle kılabilmenin yollarını aramamız gerektiğini düşünüyorum. Buna binaen Cuma namazını yakın bir camide eda etmek mümkün olsa da büyük bir camide ve özellikle nuraniyetin her köşesine sirayet ettiğini hissettiğimiz tarihi camilerden birinde kılmak bana daha manidar geliyor. İş yerime yakın Osmanlı yadigârı bir cami olan Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii’nde Cuma namazını eda etmek de bu sırdan hem anlamlı hem de huzur kaynağı benim için.
Her caminin kendine mahsus bir atmosferi var. Mihrimah Sultan Camii de şadırvanından cami içindeki hat yazılarına kadar birçok güzellikleri barındırıyor. Daha camiye girmeden şadırvanda abdest alırken özel bir konuk olduğunuzu hissettiriyor mekân size. Günümüz camilerinin abdest almayı zorlaştıran şadırvanlarıyla kıyaslanmayacak derecede tüm detaylarıyla estetik ve ergonomik bir tasarımla karşılaşıyorsunuz. Akan suyun sıçramaması için düşünülen eşsiz tasarıma İstanbul’da bir başka camide rastlamadığımı hatırlamıyorum. Mimar Sinan’ın imzasının bulunduğu her eserinin her bir detayında sanatını ustalıkla konuşturduğuna hemen şahitlik ediyoruz.
Bugün cuma ve saatime baktığımda namaza on dört dakika kaldığını fark ettim. Aslında yakın bir camiye gitmek daha makul bir seçenek gibi görünürken hızlıca karar verip Mihrimah Sultan Camii’ne yetişmek için hızlı adımlarla yürümeye başladım. Yokuş yukarı tempolu iyi yürümüş olmalıyım ki camiye vardığımda daha ezan okunmamıştı ve abdest almak için şadırvana yöneldim. Şadırvana yaklaştığımda biri kalkmak üzereydi ve “Allah kabul etsin, hayrını gör” diye selamlayarak boşalan yere oturdum.
Abdest almak için niyet edip musluğu açtığımda ise akmadığını gördüm. Benden önce abdest alan kişinin halinden çeşmenin aktığı sonucu çıkarmak için üstün bir zekâ sahibi olmaya gerek yoktu. Ayrıca önceki tecrübelerimden de biliyordum ki diğer musluklar fazla açılınca kapatılan bir musluk ya az akıtıyor ya da bir müddet kesiliyordu. Sol tarafımdaki mümin kardeşimin suyu sonuna kadar açtığını fark ettiğimde kendisinden musluğu biraz kısmasını ve böylece teveccüh ettiğim musluğa da bir miktar suyun gelebileceğini nazik olduğunu düşündüğüm bir üslup ve tonla belirttim. Bu kardeşim ise bulunduğum kısımdaki musluktan su akmadığını çok emin ve kesin bir dille, biraz da sinirli bir eda ile dile getirdi. Kendisinden iktisat nükteli ricam sanırım onu rahatsız etmiş ve biraz da öfkelendirmişti. Bununla birlikte şadırvan komşum ricama hiç itibar etmeden cömertçe su harcamayı sürdürerek abdestini tamamladı.
Biraz bekledim ama her nedense kendi tecrübeme değil mümin kardeşime güvenmek istememden kaynaklanan bir hisle tam kalkmak için hazırlandığım esnada musluktan su akmaya başladı. “Demek ki akıyormuş” dedim sitem ve espri karışık bir eda ile. Sitem etmek istedim zira basit bir mesele gibi görünse de yanlışıyla yüzleşmeye niyeti olmayan bir mümin kardeşim tarafımdan hoyratça aldatılmış olmak beni üzmüştü ve biraz da sinirlendirmişti. Şadırvan komşum bu sözümden ciddi rahatsız olduğunu hissettirerek birkaç kez vurgulu “hasbünallah” çekti. Bunun üzerine kendisine “Bu hasbünallahlar benim için ise bu tepkin çok doğru değil. Musluğun akmadığını söylemen yanlıştı” dedim. Bu lafım bardağı taşırdı sanırım ve cömertçe su harcayarak abdest almayı marifet sayan bu mümin kardeşimin kalbindeki öfke ve ağzındaki laf muslukları büyük bir debiyle akmaya başladı. “Bugün hepinizi bana sırayla mı gönderiyorlar?” diye başlayan cümleler “Kendini herkesin hayatının merkezinde olduğu mu zannediyorsun? Hasbünallah çekmemi niye kendinle ilgili zannediyorsun? Senin benim dünyamda hiçbir değerin yok?” gibi hakarete de varan ardı sıra cümleler hiç bitmeyecek gibi uzuyordu. Bu sözlerin arasında “Sen (ve sözün) benim için değerlisin(iz) ama!” dediysem de ya anlamadı ya da anlamamazlıktan gelerek öfke selini tümüyle üzerime boşaltmayı sürdürdü. Sözlerinin arasında “Gereksiz yere meseleyi uzatıyorsun” dediğinde “Dikkat edin, ben konuşmayı kestiğim halde uzatan sizsiniz” deyince durakladı ve sustu. Öfkeyle kalkıp hızla uzaklaştı.
Öncelikle kardeşliğin doruk noktasının yaşandığı bir Cuma vaktinde bu olayı yaşamam ve hissiyatıma kapılmış olmam beni gerçekten üzmüştü. وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ ayetini mırıldandım ve hatasıyla yüzleşebilen muhsinlerden olabilmek niyetiyle Allah’a teveccüh ettim. Kısa süreli ve farklı oranlara sahip öfkelerimize kapılıp münakaşa ettiğimiz için hem kendim hem de mümin kardeşim için de Allah’tan af ve mağfiret diledim. Düşündüm; değer miydi birbirimizi kandırmaya, kızdırmaya, kırmaya? Zahiren bu durum münakaşaya değmeyecek küçük bir meseleydi. Ancak bazen küçük olaylar hiç beklemediğiniz noktaya kayıyor, kartopu gibi hızla büyüyor ve son pişmanlık da fayda etmiyor. Bir hayat tecrübesi olarak gelecekte yaşayabileceklerimiz için birer ibret mahiyetini taşıyor; hakkıyla ders alabilirsek…
İşin özü ise bu olayda önemsediğim ve dolayısıyla üzüldüğüm asıl mesele mümin bir kardeşimin ağzından çıkan sözüne özen göstermemesi, bir yanlışı ortaya çıkınca da yağ gibi üste çıkmaya çalışması ve helalleşmek varken öfkeyle meseleyi farklı bir noktaya taşıyıp mübarek bir günde hoyratça kalp kırmasıydı. Bir mümin bir mümin kardeşini istemeden aldatabilir, yanlış bir söz söyleyebilir ancak farkına vardığında hatasını itiraf edebilmesi, pişmanlık duyması ve helalleşmesi çok mu zor?