Ruh şöleninden Festi Ramazan’a

Ruh şöleninden Festi Ramazan’a

Yaşadıklarımız, okuduklarımıza farklı bir pencereden bakmamızı sağlayabilir. Daha önce okuyup da farklı anladığımız kitaplardan, yaşadığımız yeni olaylar sayesinde yeni manalar devşirebiliriz. Böyle bir tecrübeyi bir Ramazan ayında okuduğum Bediüzzaman’ın Ramazan Risalesi’yle yaşadım. Bu risalenin daha önce farklı anladığım bazı kısımları o Ramazan ayında şahit olduğum birtakım garipliklerle yeniden şekillendi zihnimde. Söz konusu kısım bu risalenin yedinci nüktesiydi. Ramazan-ı Şerif’in insanın kazancına bakan hikmetini anlatan bu nükte dışarıda gördüğüm manzarayla birlikte yeni bir anlam kazanıyordu dünyamda.

Dışarıda “nerede o eski Ramazanlar” diye söylenenlere özel “bambaşka bir Ramazan” yaşamamızı teklif eden pazarların kurulduğunu görüyordum. Müminleri “Ramazan tadında bir Ramazan geçirme”ye davet ediyorlardı. Davete icabet edenler hiç de azımsanmayacak kadardı. Kimi insanların Ramazan’ı hasılâtları için “gayet münbit bir zemin” olarak gördüklerini müşahede ediyordum. Bir tek Ramazan’da seksen aylık bir ticaret semeratını kazanıyordu kimileri. Kim bilir belki bazısına bu manada bin aydan daha hayırlıydı Ramazan. Kimileri ürünlerinin insanların nazarında resm-i geçit yapması için en büyük bir bayram telakki ediyordu Ramazan’ı. Bilmediğimiz ürünleri, Ramazan’a özel kurulmuş bu pazarlarda tanıma imkânı buluyordu. Ramazan kimilerine, onunla satışların neşvünema bulduğu bir nisan yağmuruydu. İftardan sahura kadar yemek-içmek gibi nefsin “hayvanî hacatını ve malayani ve hevaperestane müştehiyatını” tatmin etmekle mükellef olduğumuzu düşündürecek şekilde, sahura kadar künefe pişiren, çiğ köfte düren, çay demleyen tezgâhlar bulmak mümkündü. Alanın da, satanın da işine geliyordu bu pazarlar; kimisi muhabbetini, kimisi ticaretini şahane buluyordu.

Böylece bir bayram havasında geçiyordu Ramazan. Bayram olması esasen bir sorun teşkil etmiyordu. Diğer aylar gibi sıradan değildi Ramazan, aylar içinde sultandı. Fakat yanlış giden bir şeylerin olduğu da kesindi. Yedinci nükte işte bu çelişkiyi çözmemizi sağlıyordu. Ramazan’ın “nev-i insanın kazancına” bakan hikmetini yanlış anlamıştı bazı müminler. Bu ise zahirde kazanmalarına mukabil gerçekte hasarette olmayı netice verebilirdi. Öyle ya topu topu bir ay hem dünya ticareti hem de ahiret ticareti için çok kârlı olamazdı. Birinde azamî kâr yapmayı seçen öbüründe asgarî bir hasılâta razı olmalıydı.

Evet, Ramazan ve onun sıyamı bir pazardı fakat dünya ticareti için değil “âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazar”dı. Hasılâtın uhrevî olması şartıyla Ramazan “gayet münbit bir zemin”di hem. Nisan yağmuruydu ama o da “neşvünema-i a’mal” içindi. İnsanların nazarında ürünlerimizin, ticaretimizin resm-i geçit yapması için değil, “saltanat-ı rububiyet-i İlahiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram” hükmündeydi Ramazan. İftarla sahur arasındaki vakti tıka basa yemekle değerlendirmek için oruçla mükellef olmuş değildik; aksine “bir derece, süflî ve hayvanî meşagilden” çekilmemiz için oruca emredilmiştik.

İsimlerinden dünyevilik akan o pazarlar midemiz başta olmak üzere bütün cihazlarımızın orucuna zarar veriyordu. Duygularımızı, organlarımızı muharremattan, malayaniyattan çekip her birisine mahsus ubudiyete sevk edemememizde şüphesiz ibadet ayına özel kurulan bu pazarların rolü vardı. Oralara gidenlerin dillerini yalan, gıybet ve galiz tabirlerden ayırıp tilavet-i Kur’an, zikir, tesbih, salavat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmeleri ne derece mümkündü? Dahası oraya gidenlerin kaçı gözünü nâmahreme bakmaktan men edip ibrete sarf ediyordu? Nâmahreme bakmaya gidenlerimizin sayısı ne kadardı acaba? Hem ibret alınacak ne vardı ki oralarda?

Ramazan pazarlarının aynasında dünyevileşmemizin şiddetini görebiliyordum. “Mahsus bir bayram-ı İlahî ve bir meşher-i Rabbanî ve bir meclis-i ruhanî” olan on bir ayın sultanını dünyevi hırslarımızın tavan yaptığı Festi Ramazan’a çevirmişlerdi. Şairin “insanın her yıl bir ay katıldığı ruh şöleni” olarak tarif ettiği Ramazan’ı böylece ruhundan etmişlerdi. Yedinci nükte o ruhun habercisiydi benim için.

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.