Tesettür Risalesi’ni yeniden düşünmek
ZİHNİMİZ SIĞLAŞTIKÇA muhatap olduğumuz kelimelere de sığ manalar giydirdiğimiz bir hakikat. Mesela sabah ve akşam namazlarının akabinde okunması sünnetçe çok faziletli olan on bir kelime-i tevhidiyeyi bir kendi algı dünyam ile tartıyorum bir de Yirminci Mektub’un perspektifiyle… Arada kocaman bir uçurum var. Neyse ki Bediüzzaman gibi zatların aklına (kabiliyetimiz nispetinde) arkadaşlık ederek o büyük hikmet ve feyiz çağlayanlarından nasiplenmek gibi bir nimet-i azîme var. Elhamdülillah…
Lem’alar’ın yirmi dördüncü sırasına geçen Tesettür Risalesi’ni de aynı sığlığın kurbanı yapmamak adına üzerine düşünmeye çalışıyorum şu sıralar. Zira Tesettür Risalesi denilince aklımda ilk çağrıştırdığı mânâ (belki de nâkıs muhatabiyetim yüzünden) münhasıran kadınlara hitap eden ve onlara neden örtünmeleri gerektiğini anlatan didaktik bir eserden ibaret gibiydi. Bahsin girişinde tesettürün sebeb-i hikmetlerinin dört nükte içerisinde anlatılacağının vadedilmesi bu peşin fikrimi destekler gibi dursa da, satırlar akmaya ve sayfalar ilerlemeye devam ettikçe tesettür üzerinden temellendirilen çok daha temel, varlıksal, hakikattâr bir inşayla karşı karşıya kalıyordunuz.
Tesettür Risalesi kadının fıtrat kodlamasının ifşasını ve bu ifşanın akabinde kurulması gereken ailevî yapının inşasını sunuyordu. Hem de belli bir gruba değil, aklı yerinde ve fıtratı bozulmamış herkese…
Fıtrat yalan söylemez
Seneler önce Tesettür Risalesi’ni okurken fıtrat kelimesinin bu risalede ne kadar yoğun bir şekilde kullanıldığı dikkatimi çekmişti. Gerçi Risale-i Nur’un bütününde de çokça istimal edilen bir kelimeydi bu fakat burada ortalamanın çok daha üzerinde atıf yapılıyordu fıtrat hakikatine. (Devamındaki mektupla beraber on sayfada yirmi üç kez. Özellikle giriş kısmı ve Birinci Hikmet’te bir sayfada tam on iki kez.)
O zaman anlamaya başlamıştım: Risale-i Nur burada da genel sistematiğinden ödün vermiyor ve tahkikî bir inşada bulunuyordu. Yani bütün ümmetin bildiği ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri delilsiz bir şekilde tekrarlayarak kuru nasihatta bulunmuyor, kadınlara örtünmelerini emreden Ahzab suresinin 59. ayet-i kerimesini risalenin başına alarak onu hiçbir şuur sahibinin reddemeyeceği kâinat âyetleri ve fıtrat hakikatleri üzerinden temellendiriyordu.
Birinci Hikmet’teki misaller üzerinden düşünecek olursak: Kadının fıtraten nâzik, zaîf olması onu tesettüre muhtaç bir konuma oturtuyordu. Zira tümünün nefislerine kefil olunması imkânsız olan erkek cenahı, o değerli varlıkları ehemmiyetsiz bir meta haline indirebilirdi, indiriyor da. Zaten erkeğin “göz tesettürü” kadının tesettüründen de önce geliyordu. Nûr suresi 30. âyette erkeklere gözlerini haramdan sakınmaları için ihtarda bulunduktan sonra 31. âyette kadınlara iffetlerini muhafaza için emir verilmesi, bunun açık bir göstergesi olarak zikredilebilir. (Burada kadın fıtratı için zaif, serî’üt-teessür gibi tabirlerin vurgulanmasından maksat feminizmin sığ algısının zannettiği gibi bir eziklik imâsı değil, hırsızlardan korunmaya muhtaç olan çok değerli bir elmasın muhafazası için teyakkuz çağrısı olarak anlaşılabilir.)
Yine kadının kendisine iki cihanda da dayanak noktası olacak bir erkeğe ve aileye olan fıtrî ihtiyacı, tesettüre girmesini ehemmiyetli kılıyordu. Aksi takdirde kendisini gayrın pis nazarlarından koruyamama tehlikesiyle, eşi/ailesi ona halis muhabbet ve hakiki hürmeti gösteremeyebilir, ilişkilerinde –derecesine göre– zedelenme olabilirdi. Her kadında saygıdeğer bir azîze, şefkat madeni bir anne olabilecek muhteşem bir fıtrat kodu saklıydı. İşte bu potansiyelin korunması ve inkişaf etmesi adına tesettürün çok kritik olduğu anlaşılıyordu.
Sahadan bir örnek
Fıtratın fabrika ayarlarıyla oynadıkça ortaya ne derece vahim tablolar çıktığının en büyük delillerden biri olarak bugünkü kozmetik ve estetik sektörleri bahsimize konu olabilir. Bu sektörlerdeki patlama bize bir şeyler anlatıyor. Zira güzelliğin ölçüsü olarak Cemîl-i mutlak olan Allah’ın yaratışındaki güzellik değil de Batı medeniyetinin nursuz tasvirleri esas alındıkça, tüm kadınlara bahşedilen o saf, fıtrî güzellikle yetinilemiyor. Bunun sonucunda da hayli masraflı ve epey meşakkatli bu sektörlerin gösterdiği yollardan medet umularak onlara abanılıyor ne yazık ki.
Asıl güzelliği her kadının simâsına nakşedilmiş o latif mânâda değil de sefih Batı’nın belirlediği geometrik çizgilerde aramak ve kadınların beğenilme, sevilme gibi duygularını bu yönde sömürmek içinde bulunduğumuz “moda çağı”nın marazlarından birisi. Yıllar ilerledikçe yüzde ortaya çıkan kırışıklıklara savaş açan bu sektörler, nihayetinde tamamının çürüyüp gideceği insan bedeninin hakikatinden ne kadar da uzaklar.
Bittecrübe madde asıl değil ki vücut ona musahhar kalsın ve tâbi olsun. Belki madde bir mânâ ile kaimdir. İşte o mânâ hayattır, ruhtur.
Son olarak: Tesettür Risalesi feminizmi tokatlayabilir mi?
Tesettür Risalesi bir yandan da feminizmden eş cinselliğe kadar cinsiyet üzerinden ahlaka yapılan tüm saldırıları göğüsleyebilecek sağlam bir temele sahip kanaatindeyim. Yazının başında da değindiğim gibi, meseleyi “özünden” kavraması ve aile yapılanmasını da bu öz üzerine inşa etmesi bu hususta başat faktör sayılabilir. Bu sayede fıtratının şehadetini az-çok dinleyebilen her insanın kabul edebileceği bir kesinlik temeline ulaşılmakta ve fıtrat dışı akımların iddiaları kendiliğinden çürümektedir. Bu yüzden Tesettür Risalesi’nin fıtrat merkezli izahlarına yoğunlaşmalıyız.
Hâsılı Tesettür Risalesi sahih bir şekilde anlaşılır ve doğru bir şekilde yaşanırsa tüm gayr-ı ahlakî saldırılara karşı savunma mekanizması gibi bir işlev görebilir (yüz binlerce aile için görüyor da…) Zira erkeğin, kadının ve ailenin fıtratlarında yer alan özelliklere muvafık şekilde konumlandığı bir millet, gayr-ı ahlakî girişimlerde bulunan yapıların aşamayacağı bir set kurmuş demektir.
Ahlâka kasteden gruplar da bunu çok iyi biliyor olsa gerek zira oklarını hep o alanlara atıyorlar. Kadını çökert ki aile çöksün, aileyi çökert ki millet çöksün, diye özetlenebilecek mantıklarını anlamak için deha olmak gerekmiyor, azıcık basiret kâfi. Bu noktada değinmeden geçemeyeceğim: Bediüzzaman ve talebelerinin o kadar risaleler içerisinde sürekli Tesettür Risalesi yüzünden cezaya çarptırılmaları ne kadar da mânidar. Demek millet ve ahlak düşmanları toplum üzerinde şeytâniyetlerini nasıl ifa edeceklerini iyi biliyorlar. Bediüzzaman hazretlerinin de onların niyetlerinin farkında olduğunu şu satırlar açıkça gösteriyor:
Bu zamanda zındıka dalâleti, İslâmiyete karşı muharebesinde nefs-i emmarenin plânıyla, şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki; açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamaya, fuhuşhâne yolunu genişlettirmeye çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.
Gençlik Rehberi
Onlar zaten vazifelerini yapacaklar, önemli olan iman cephesindekilerin ne yaptığı. Rabbimiz bu şer odaklarının oyunlarını başlarına çalsın. Milletimize de Kur’anî ve nebevî feraset bahşeylesin.
Sözün özü: İnsan fıtraten mükerrem yaratıldığından istisnalar olsa da öz(ünü) arayışı hiçbir zaman bitmeyecektir. Bu sebeple özümüzü bilen ve bildiren söz olan Kur’ân’a dayanarak asrın idrakine konuşan eserlerin sesi hiçbir zaman kesilmeyecektir. Bu durumu romantik bir temenni olarak değil, eşyanın hakikatine dair gerçek bir durum tespiti olarak anlamalı ve aktarmalıyız. Tahkikî iman bunu gerektirir.
- Hadis inkârcılarının görmek istemeyeceği alan: Sahabenin sükûtunun ikrar olması - 6 Haziran 2024
- Kastamonu Lahikası’ndan İkinci Dünya Savaşı’na bakış - 25 Mayıs 2024
- Bediüzzaman hazretlerinin fikrî bir yolculuğu - 7 Şubat 2024
Tesettürle ilgili benim dikkatimi çeken de şu oldu son zamanlarda: “tesettür esarettir” fikri neredeyse hiç değişmemiş. Bugün de tesettürün aleyhinde olanların temel iddiası bu.
Eyvallah. Onların da işine gelen ve sonu olmayan bu lafzî tartışmalardan kurtulmak için fıtrat merkezli izahlara yoğunlaşmak gerek bu yüzden. Aksi takdirde tesettürü savunayım derken hakikati izafîleştirmeye çalışanlara katkıda bulunmuş bile olabiliriz. Daha kendimizi bile ikna edemeyen argümanları karşı tarafa savurmak gereksiz hatta zararlı. Din fıtrattır ve fıtrat da nettir. Tesettür Risalesi bu açıdan çok kilit bir rol oynayabilir. Elbette fıtratının şehadetine tamamen kulak kapamamış olanlara…