“Yâ Râb, bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur!”

“Yâ Râb, bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur!”

İNEBOLU’LU AHMED NAZİF ÇELEBİ’NİN yaklaşık bir asır önce yaptığı bu nidâya kulak verelim. Neden yana yakıla bir mürşid arıyordu? Kur’an, sünnet gibi temel nâslar ona yetmiyor muydu? Veyahut Isparta’nın Kuleönü köyünden Mustafa Hulusi’nin gene bir asır kadar önceki şu arayışına bakalım:

Âciz talebeniz, küre-i arz içerisinde ruhum bazan şarka bazan cenuba bazan garba bazan şimale bazan semâya giderdi. Acaba yardım ne taraftan erişecek diye beklerdim. Ruhum bir mürşid-i ekmel taharri ederdi.

İnsan neden bir mürşidin rehberliğine muhtaçtır? Kendi yolunu kendi kafasına göre çizemez mi? Neydi bu eski insanların derdi ki bu kadar canhıraş bir şekilde mürşid arıyorlardı ve bulunca da ona her şeyleriyle bağlanıyorlardı?

Evvela hakiki mürşid sadece Allah’tır. Yol gösteren yalnızca O’dur. Allah’ın bütün isimleri gibi Reşîd ismi de mutlaktır. Dolayısıyla kapsama alanı dışında kalan bir varlık âlemi bulunmaz. Diğer bütün mürşidlikler, O’nun Reşîd isminin derecelerine göre tecellilerinden ibarettir. Dolayısıyla bütün kudsî mürşidler “bizi Allah’a yaklaştırdıkları ölçüde” değerli ve kıymetli kabul edilir.

Ayrıca bu noktadan bakıldığında gözümüzün önünde yüzünü, gözünü temizleyen sinek de bir mürşid sayılır, rengarenk tebessümüyle nazarımıza çarpan bir çiçek de. Yani “O’ndan bize haber getiren” her şey derecesi nispetinde bir mürşiddir. Elbette görebilenlere. Göremeyen için hiçbir şey bir anlam taşımaz.

Bu noktada akla Mesnevî-i Nuriye’de geçen sineğin mürşidliği geliyor. Nefsiyle giriştiği bir mücadelede onu ikna etmek için delil arayan Üstadın yardımına önüne konan bir sinekçik yetişir.

Yahu bu sineğe bak! Gayet küçücük zarif elleriyle kanatlarını, gözlerini siler süpürür. Her işini görür. Sen de lâekall onun kadar vücuduna hizmet etmelisin, diye ikna ettim. Takdis ederiz o zatı ki bu sineğe nezafeti ilhamen öğretir, bana da üstad yapar. Ben de onun ile nefsimi ikna ve ilzam ederim.

İşte bir sinekte bile büyük bir mürşidlik potansiyeli bulunduğunun canlı delili…

Ölüm de büyük bir mürşiddir. Ölen için dünya hayatının sonu anlamına gelen ölüm, hayattakiler için büyük bir irşad edicidir. Dünyanın fâniliği, dert ettiğimiz şeylerin önemsizliği, bâki hayata yatırım yapmanın ehemmiyeti gibi birçok ders ölüm denilen mürşidden alınabilir, alınmalıdır. Ama ne yazık ki ölümün hakikatinden insanların çok azı ders alır ve bir şey olmamış gibi yola devam ederler. Nefsin gözünü açmak zordur.

Resûl-i Ekrem aleyhissalatü vesselam ise bütün mürşidlerin en mükemmelidir. İslâm tarihinde yer alan bütün büyük mürşidlerin, ondan aldıkları feyz nispetinde irşadlarında muvaffak olabildikleri ehl-i hakikatçe bilinen bir gerçektir. Aksi takdirde yoldan çıkan bid’a fırkalarının başına geçerek ümmete hem maddî hem manevî anlamda büyük acılar yaşattıklarına da bütün İslam tarihi şahit.

Bir de son zamanlarda, özellikle Twitter silahşorları arasında “Benim kendi aklımdan başka mürşidim yok”cular moda oldu. Bu söz “Beni doğuran kimse yok. Ben bir annenin karnından çıkmaya muhtaç değilim” demek gibi temelsiz bir sözdür. Herkes bir mürşidin rehberliğine yaratılışı gereği çok muhtaçtır. Çünkü hayatın yolları pek dolambaçlı ve çok seçeneklidir.

İnsan bu kadar çok yol arasından doğru olanı tercih etmek için, kendinden önce bu yollardan yürüyerek tecrübe sahibi olmuş kâmil zâtların rehberliğine fazlasıyla ihtiyaç duyar. Modern insanlar da bunu bildikleri ve hissettikleri için kendilerine modern mürşidler edinir. Sadece dile alışları farklıdır: “O benim idolüm, bana ilham veren kişi vs…” Bu gibi tabirlerle kendi modern mürşidlerine (!) işaret ederler.

Dolayısıyla mesele mürşidimiz olup olmayacağında değil kimi mürşid edineceğimizde düğümlenmektedir. Midemizin suya ihtiyacı gibi ruhumuzun mürşide ihtiyacı hep olmuştur ve olacaktır. Bir asır önce yapılan o samimi nidayı dua niyetine tekrar zikredelim:

Yâ Râb, bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur!

Bediüzzaman’ın Barla’daki talebelerinden Lütfü ağabeyin bu yakarışa cevap mahiyetindeki nefsine hitabıyla da yazımızı bitirelim:

Öyle ise ey Lütfü! Risale-i Nur’a sıkı yapış ki bir mürşid-i ekmel bulasın.

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.