Hakikat arayışı ve ahlâkı üzerine mülâhazalar

Hakikat arayışı ve ahlâkı üzerine mülâhazalar

BİR FITRAT kanunu olarak meyl-i hakikat

En yalancı, ikiyüzlü bir insanın dahi kendisine yalan söylenmesine tahammül edemeyerek her olayda doğru bilgi talep etmesi şahittir ki saf hakikat (the truth) bütün insanların en fıtrî ihtiyacı. Din, dil, ırk ayrımı olmaksızın tüm beşeri birleştiren şey, hepsinin hakikat dediğimiz şeye muhtaç ve müştak olduğu gerçeğidir.

İnsanın fıtratına kodlanan bu hakikati arama meyli, hangi inançtan ve gruptan olursa olsun, onun tüm hayatı boyunca muhafaza etmesi gereken çok kıymetli bir mevhibesidir. Bu mevhibe kaybedildiği andan itibaren hakikat değil hayalât, yakîn değil zan, tefekkür değil tefessüh tehlikesi kapıda demektir. Hatta bu hakikat, bir insanın içindeki küçücük al-ver hallerinden tutun da İslamiyet ve insaniyetin düşünce tarihindeki büyük kırılmalara kadar hayatın her alanında müşahede edilebilir.

Kezalik görüyoruz ki: Fennin himmetiyle, zaman-ı hâlde filcümle, inşaallah, istikbalde bitamamihî hükümferma, kuvvete bedel hak ve safsataya bedel bürhan ve tab’a bedel akıl ve hevaya bedel hüda ve taassuba bedel metanet ve garaza bedel hamiyet ve müyulât-ı nefsaniyeye bedel temayülât-ı ukùl ve hissiyata bedel efkâr olacaklardır –karn-ı evvel ve sâni ve sâlisteki gibi ve beşinci karna kadar filcümle olduğu gibi. Beşinci asırdan şimdiye kadar kuvvet hakkı mağlûb eylemiş idi.
Muhakemât, Sekizinci Mukaddime

Böyle bir tefessüh durumunda o şahıs/toplum için acil bir itiraf, istiğfar ve iltica zarureti ortaya çıkmaktadır.

Gizli ve açık Ebu Cehiller

Ebu Cehil (aleyh-i lâne) bu konuda bizim için sembolik bir misal sayılabilir. Zira o hakikati bilemediği ve bulamadığı için bâtılda kalmış değildi. Tarih ve siyerin şehadetiyle sabit olduğu üzere o, hakikati bilmesine rağmen enfüsî/egoist ve afakî/toplumsal çıkarlarını muhafaza hırsıyla İslamiyet hakikatine yanaşmamıştı ve böylece tarih boyunca cehlin babası olarak hatırlanmaya liyâkat kazanmıştı.

Dışarıdaki Ebu Cehil’i çekiştirmek nefsimin pek ağırına gitmese de mesele içimdeki potansiyel ebu cehile gelince rahatsızlanıyorum. Zira çok iyi biliyorum ki aynı tehlikeler benim için de geçerli. Ben de enfüsî ve afakî anlamda bazı çıkarlarla yüz yüzeyim. Ve bunların verdiği konfor zamanla beni bir hakikat arayıcısı olmaktan çıkarıp bildiği kadarıyla yetinip bilmediğine düşman olan bir konformiste çevirebilir; görüyorum. Bu, yaşım ve yerleşik münasebetlerim ilerledikçe şiddeti daha da artacak bir imtihan; farkındayım.

Dolayısıyla bir fikri, bir eseri, bir şahsı vb. gerek överken gerekse eleştirirken temel mihengim hep bu olmalı kanaatindeyim: Bu övgüyü ya da yergiyi samimi bir şekilde hakikati bulma meyil ve gayretiyle mi yapıyorum? Yoksa iç dünyamdaki nefsanî çıkarlarım ve dış dünyadaki yerleşmiş menfaatlerim açısından faydalı olduğu için mi?

Eğer birinci fikriyat ve hissiyat bende galipse elhamdülillah, hiç sıkıntı yok. Zira Hâdi-i hakikinin âleminde nefes alıp verdiğim sürece O benim samimi niyet ve gayretlerime bakarak hakikat neyse beni ona ulaştıracaktır, eminim. Eminim zira bu konuda şahit olduğum birçok kâinat delili de var. Mesela kavunu kestiğimizde gördüğümüz sayısız çekirdeğinin, onun intişar niyetinde ne derece samimi olduğunu göstermesi gibi:

Nebatâtın tohumları ve çekirdekleri onların niyetleridir. Hem mesela kavun, kalbinde nüveler suretinde bin niyet eder ki “Yâ Halıkım! Senin Esmâ-i Hüsnâ’nın nakışlarını yerin birçok yerlerinde ilân etmek isterim.” Cenâb-ı Hak gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder.
Sözler, Yirmi Dördüncü Söz

Şahsî mülâhazalar

Peki İkinci Lem’â’daki hakikat bende tecellî etse, “iç dışa, dış içe bir çevrilsek” nasıl görüneceğim diye düşünüyorum şimdi… Gerçekten hakka müştak, hakikat neyse ona râm olmaya hazır bir vaziyette mi? Yoksa –Allah muhafaza– hayatında edinmiş olduğu cüz’i-küllî menfaatlerini muhafaza niyetiyle çabalayan karanlıklı bir timsalde mi?

Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Çok şükür ki bu imtihanda örnek alabileceğim sayısız şahıslar var. Hz. Muhammed (asm) misali sayısız peygamber, Ebu Bekir-i Sıddîk (ra) misali sayısız sahabe, Bediüzzaman (ra) misali sayısız İslam büyükleri… İstifade edebildiğim ölçüde onlar benim için “geçmiş” olmaktan çıkarak “bugün”ümü belirleyecekler. Dolayısıyla geçmeyip kalacaklar. Evliya mabeyninde câri bir düstur olan ölmüş bir velinin ruhâniyetinden istifade ederek onun müridi olma hâli aslında bizim için de bir nevi geçerli.

Bu kadar da değil. Uhuvvet sırrıyla kendilerinden sürekli feyiz ve hikmet alabileceğim birçok abi ve kardeşim de benim için bu konuda bir nimet. Onların o hakikat merkezli şahs-ı manevîsine dâhil olabildiğim derecede parlayacağım. Zira nuranî şeyler akseder, parlatır ve dönüştürür. Sizi eski sönük hâlinizde bırakmaz.

Bu sebeple kâinata asıl gönderilme maksadım olan iman ve Kur’ân hakikatlerini samimi bir şekilde merkezine alan şahıs ve gruplarla olan ilişkimi de kuvvetlendirmeliyim. Diğer bütün kusurlarına rağmen –ki benim kusurlarım da onlardan az değil– onlarla omuz omuza verebilmeliyim. Aksi takdirde bu hakikat yolculuğunda yalnız başıma kalmak, şeytanın beni istediği fikriyata savurabileceği tehlikeli bir mecrada dolaşmak anlamına gelebilir. Zira kendinizi mihenge vurabileceğiniz hakikattâr kardeşleriniz olmazsa, aklınıza her eseni ya da kalbinize her geleni hakikat sanmak gibi çukurlara düşebilirsiniz. İşte burada uhuvvet hakikati koruyucu bir rol üstleniyor. Böylece Hafîz ismi hakikat yolculuğumuzda o ehl-i hak kardeşlerimiz vesilesiyle tecelli etmiş oluyor.

Ayrıca insanı bir bütün halinde ele alabilmek için onun hakikat arayışının sadece akıl kanalından gerçekleşmediğini bilmeliyim. İnsan bazen kalbinden çıkan bir feryatla hakikati bulur bazense vicdanın bağırtısıyla. Bazen en cahil zannettiklerimiz, bu latifelerinden gelen sesleri doğru bir anlama ve değerlendirmeye tabi tutarak nice zahiri âlimlere fark da atabilir. Cehalete övgüye dönüştürmemekle beraber, bu gizli sırrı da hatırda tutmalıyım.

Şunu da unutmamalıyım: İnsan bazen ağır gaflet, şiddetli imtihan, daralma gibi durumlardan ötürü muvakkaten hakikatten uzaklaşabilir. Hele âhir zaman gibi insanların şiddetli belalara müptela olduğu bir zaman diliminde bu durum çokça vuku bulabilir. Fakat bu durum o kişinin ilanihaye o halde kalacağı anlamına gelmez. Geri dönüp hepimizden çok daha sağlam bir hakikat eri olarak yoluna devam edebilir.

Bu yüzden insafsızlık etmeme adına hem kendime hem diğer insanlara bu mûtedil ve ümitvar nazarla bakmalıyım. Zira bizden ümit kesilir kesilmesine ama O’nun rahmeti ümit kesilebilecek bir rahmet değildir. Peygambere kılınç kaldırma cür’etinde bulunanları büyük sahabelere dönüştürebilen, Ebu Cehil’in oğlundan koca yürekli bir mücahid sahabe çıkarabilen, kupkuru odunlardan en latif çiçekleri açtırabilen, bildik ezberlerimizi bozan, katı kalıplarımızı yıkan sonsuz bir ummandır Allah’ın rahmeti. O sınırsız rahmete kendi dar nazarımla ayar çekme bedbahtlığına da düşmemeliyim.

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.