Her birimiz Allah tarafından küçük-büyük, farklı farklı birçok işte istihdam ediliyoruz ve çok önemli hizmetlerde bulunuyoruz. Misalen elektrik nimetinin mucidi insanlık için -kendi içinde olabilir- yaptığı müthiş hizmetiyle bu yazının okunmasına vesile oluyor. Bir diğerimiz elektriğin geçeceği kabloları üretiyor veya satıyor. Bir başkası internete girmemizi sağlayacak elektronik ürünlerin üretimi veya satışı hizmetinde bulunuyor. Eğer “hizmet”in terim manasından yola çıkarsak hizmet sektöründeki doktorlar, öğretmenler, polisler hepsi birer hizmet elemanı.
Hizmeti iki başlık altında toplarsak bunlar; dünyevi hizmet ve uhrevi hizmet şeklinde olur. Her sektörün kendine özgü hizmet metodu var. Özellikle uhrevi hizmette bulunanlar da bu farklılık doruk noktaya çıkıyor. Dünyevi hizmetlerde bulunanlar kainattaki yaratılmışlar için veyahut kendisi için çalışırken, uhrevi hizmetin mensubları “Kainatın Yaratıcısı” için çalışıyorlar.
Hizmetin gayesindeki farklılık hizmetin ücretini de doğrudan etkiliyor. Dünyevi hizmetin ücretine büyük oranda dünyada sahip oluyoruz. Uhrevi hizmette ise hesap tam tersi işliyor. Hatta uhrevi hizmetimiz sonucunda dünyada eli boş kalma ihtimalimiz bile var.
Ahireti düşündükçe uhrevi hizmette bulunmak daha cazip geliyor fakat çevremize baktığımızda uhrevi hizmette bulunan çok az kişi görüyoruz. Bunun birinci nedeni yukarıda değindim hizmet metodu. Şöyle bir itiraz gelebilir: “Bir öğretmen veya polis Allah rızası için çalışamaz mı?” Neden çalışamasın ki? Çalışır çalışmasına ama sadece Allah rızası için olması pek mümkün değil. Örneğin öğretmen müfredatı uygulamak zorundadır. Allah’ın kanunları ve rızasının yerini çoğu zaman müfredat ve idarecilerin rızası alabilir. Özel sektörde mesela müşteri memnuniyeti vardır ki, çoğunlukla Allah’ın rızası ikinci planda kalır. Aynı şartlar tüm meslekler için geçerli.
Uhrevi hizmet mensublarının Risale-i Nur çizgisinde hizmet edenlerine “Vakıf” denir. Vakıflık üzerinden hizmet metodunu örneklendirirsek belki konu daha net anlaşılabilir. Sizlere ders vermek haddim değil elbet. Çalıştığım, okuduğum Risale-i Nur sayfalarını idrak edebilmiş miyim sizlere sunuyorum. Beni de bir kardeşiniz görüp üslubuma kızmamanızı temenni ederim. Belki bir gün Vakıf olmak nasip olur diyerek nefsime hitaben…
- Bak sevgili kardeşim, Risale-i Nur’da Vakıflığın ne olduğu anlatılmaz. Bu nedenle Vakıfların özelliklerini tarif ederken Risale-i Nur talebeliğinin özelliklerini sayabiliriz. Yani Vakıflar Risale-i Nur’un çizdiği istikamette Allah rızası için şevk ve gayretle hizmet eden kişilerdir.
- Risale-i Nur’da “Mesleğimiz uhuvvettir” deniyor. Öyle kendini satmaya, beğendirmeye çalışmak, benlik ve gösteriş Vakıflarda bulunmaz. Güzel kardeşim benim, hani sen iş yerinde patronuna yaranmaya çalışıyorsun ya, işte o türden bir şeye Vakıflar kalkışamazlar. Başkalarına kendini beğendirmeye çalışmak insanı hırs ve tama gibi kötü hasletlere sevk ediyor. Halbuki Vakıflar iktisat, kanaat ve kısmetine rıza gibi Risale-i Nur’dan aldıkları izzet-i imaniye dersiyle hareket ettikleri için her türlü riyadan, gösterişten uzak dururlar.
- Vakıflar teveccüh-i nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmeyi ve kaçmayı ihlası kaybetmemek ve riyaya girmemek için kendilerine düstur edinmişlerdir. Halbuki senin saatlerce insanların gözüne nasıl girmeye çalıştığını en iyi sen biliyorsun.
- Vakıflar kendi şöhreti için hizmet etmez. Onlar “ene”yi “nahnü”ye tebdil ederler, yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı manevisi içinde eritirler. “Eyvah! Yarın ben buradan gidersem, insanlar hizmetlerimi unutacak”gibi dertleri olmaz. Çünkü onlar iman ve Kur’an hizmetini tamamen Allah rızası için yaparlar. Onların tek derdi “İnsanlar Allah’ı, O’na kulluk etmeyi, iman hakikatlerini unutmasınlar” manasındadır. Canım kardeşim sen öyle misin? A şubesinde o kadar çalışıp B şubesine geçtiğinde ya da işten atıldığında hemen ne diyorsun? “Benim o kadar emeğim, hizmetim boşa gitti.” Neden böyle diyorsun? Çünkü tek gayen kendini insanlara beğendirip şöhret kazanmak ve makamını yükseltmekti. Hizmetin tamamen dünyeviydi.
- Vakıflığın esası uhuvvettir. Vakıflarda öyle bir uhuvvet sırrı vardır ki kardeşi veya arkadaşı veyahut hizmette bulunduğu yerdeki bir talebe büyük bir başarı elde ettiğinde sanki kendisi elde etmiş gibi mesut olur. Ne bir kıskançlık ne de başka bir çirkin duygu hissetmez. Kardeşinin başarısı ile iftihar eder. Sen öyle değilsin ki benim kıskanç kardeşim. Mesai arkadaşın terfi etse, niye ben de terfi etmedim dersin? Belki arkadaşının yüzüne gülersin, sonra gıybetini edersin.
- Vakıflar gerek birbirlerinin, gerekse kardeşlerinin kusurlarını örter. Canım kardeşim benim, sen “başıma bir iş gelir”diye hemen arkadaşının hatasını bir üste şikayet ediyorsun. Hatta çoğu zaman arkadaşlarının hatasını araştırarak çok fena bir harekette bulunuyorsun.
- Vakıfların vazifesi yalnız kendi imanını kurtarmak değil, belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. Vakıflar bulunduğu yerde hizmete ciddi devam ile ve hizmetini hayat-ı bakiyeden başka hiçbir şeye alet etmeden sürdürürler. Onlar mesleklerinin esası olan ihlas düsturu gereği siyasi cereyanlara tabi değildirler. Onlar mesailerini iman ve Kur’an hakikatlerini anlatmakla geçirirler. Sen öyle misin biricik kardeşim? İşyerinde seninle aynı siyasi fikirde olmayan mü’minlere bile kardeş gözüyle bakamıyorsun. Siyaset senin arkadaşlarınla arana görünmez bir duvar örüyor. Çoğu zaman patronlarının desteklediği partiyi desteklemek zorunda kalabiliyorsun.
- Sende bu ülkeyi seviyorsun Vakıflar da seviyor. Ancak sen, seçim sonuçlarını öncelikle maaşın üzerinden değerlendiriyorsun. Vakıfların ise ya seçimler çok umurlarında olmaz ya da ilk yaptığı iş, seçim sonuçlarının iman hizmetinde hayırlara vesile olması için dua etmekten ibarettir.
- Vakıflar Kur’an hakikatlerini yalvararak, zelil bir şekilde değil; müfterihane ve kanaatkâr davranarak tebliğ ederler. En büyük insanlara bile Kur’an’ın emirlerini tebliğ ederken tezellüle girmezler. Ah benim korkak kardeşim! Patronun bir yanlış yapsa değil uyarmak hemen yaptığına alkış tutarsın sen. Böyle yaparak patronuna iyilik mi edersin yoksa kötülük mü? Veyahut işten atılırım korkusu olmadan kaç mesai arkadaşına iman hakikatlerini anlatabilirsin?
- Vakıfların gaye-i hayalleri küçük de olsa her yere dershane-i Nuriyeler açmaktır ve olabildiğince çok insanın imanının kurtarılmasına vesile olmaktır. Çünkü vakıflar bilirler ki imansız Cennete gidilmez. Senin hayalin nedir kardeşim? Bahçeli ve havuzlu bir ev, güzel bir araba, iyi bir maaş, kucak kucak çocuk gibi şeyler mi?
- Vakıflar maddi ve manevi feragat ehli insanlardır. Üstadlarının şu sözlerini akıllarından çıkarmazlar:
Ben maddi ve manevi her şeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddi ve manevi her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.
Onlar gün gelebilir Vakıflıktan bile feragat etmek zorunda kalabilirler. Bu demek değil ki artık Vakıflık yapamazlar. Onlar resmiyette Vakıf olmasalar dahi fiili olarak Vakıflığa devam edip gittikleri, yaşadıkları, çalıştıkları her yeri birer birer medrese-i Nuriye’ye çevirirler. İnşaallah hiçbirisi Vakıfken sahip olduğu güzel huyları kaybetmez, inşaallah hepsi yeni işlerinde de Allah rızasını hep önde tutarlar da, yukarıda verdiğim öğretmen örneğindeki duruma düşmezler.
Hepimiz hizmetkârız ama kime? Bazısı her gün yirmi dört altınının tamamını dünya için harcıyor. Bazısı Vakıf olup tamamını ahiret için harcıyor. Bugün dünyada Vakıfların sayısı çok az, ama bu iman hizmetlerinin az olmasını gerektirmez. Belki Vakıflar gibi yirmi dört altının hepsini Allah rızası için kullanamıyoruz. Ancak kullanabildiğimiz kadar kullanarak bu hizmete bizde ortak olabiliriz. Belki bir Vakıf olamayız, belki onlara yetişemeyiz, ama neden yetişmeye çalışmayalım ki?