Aramızda kanserin tedavisini saklayanlar var!

Aramızda kanserin tedavisini saklayanlar var!

Paylaşmak insanın fıtratında var. İyi veya kötü her şeyi paylaşmak istiyor insan. Bir mutluluğu artsın diye, bir hüznü ise azalsın diye paylaşıyor. Ama her durumda paylaşıyor.

Ve paylaşacak kimseleri arıyor kalp. Paylaşılan şeyin mahiyeti paylaşılacak kişinin kim olacağını belirliyor. Bir acı sadece özel ve yakın hissettiğimiz kimselerle paylaşılırken,  bir mutluluğu önümüze gelen herkese duyurmak istiyoruz.

Bazı şeyler sadece bazılarıyla paylaşılırken bazısını herkesle paylaşmak gerekiyor.

Bazı şeyleri paylaşmak zaten mutluluk veriyor. Bazı şeyleri paylaşmak ise mutluluk vermesinin yanı sıra ahlaken veya dinen bir mecburiyeti beraberinde getiriyor.

Mesela her tarafı yakıp yıkan bir deprem sonrasında malını mülkünü kaybetmiş, zoru yaşayan insanların yanında zengin ve güçlü iseniz bunları paylaşmak gerekiyor. Elinizde ne var, ne yoksa muhtaç olanlara ulaştırmak dinen bir farz olduğu gibi ahlaken de insanı zorluyor.

İşini kaybetmiş bir kimseye yardımcı olmak, annesini kaybetmiş bir yavrunun kendisini bu dünyada yalnız hissetmemesi için elimizden geleni yapmak, hülasa acı içerisindeki insanların acılarına merhem olmak, insaniyetin gerektirdiği bir durum olarak karşımızda duruyor.

Yakalandığı kanser sebebiyle dehşetli bir ağrıyla kıvranan bir insana bir ilaç verildiğini, onun da ilacı kullandığı gibi kanserden şifa bulup rahatladığını, sancılardan kurtulduğunu hayal edelim.

Bu kimse kanserden kurtulduğu, ağrıları kesildiği ve ilacın kaynağını da keşfettiği halde, az önce çektiği ağrının aynısıyla kıvranan bir insanın acısıyla ilgilenmese, kendi rahatı için çabalamaya başlasa,  ne kadar rahatsız olur, yaptığından dolayı kendisini kınar ve hemen “Nasıl insanlar var? Ben olsam hemen yardımcı olurdum” diye iç geçiririz. Hasta kişi bir değil binler olsa, elinde ilaç bulunan kimse yine aynı şekilde davransa, onun ahlakının ne kadar da bozuk olduğu sonucuna varır, zulmünü bütün dünyaya işittirecek şekilde haykırmak isteriz.

Ne kadar yakınsa da, ne kadar kızsa da söylediğini uygulamıyor insan. Aynı duruma kendisi ulaştığında, aynı davranışını tekrar etmekten öteye gitmiyor çoğu zaman. Kendi bir mutluluk ve huzur atmosferi içine girdiği anda aynı durumda olan başkasını unutuveriyor. Aynı acıları yaşayanları umursamıyor.

“Ben öyle değilim” itirazlarını duyar gibiyim.

Fakat içinde bulunduğumuz durum çok da farklı değil biliyor musunuz?

Az önce ağrısını çektiğimiz ahiretimizi kaybettirecek kanser-misal bir manevi bir hastalıktan, Kur’an’dan gelen bir tedaviyle şifa bulmuşuz. Bununla beraber sadece kanser değil, her çeşit hastalığa aynı ilacın şifa olduğuna da defalarca şahit olmuşuz. Hatta ilacın kaynağını da uzaklarda değil herkesin ulaşabileceği iki kapak arasında keşfetmişiz.  Buna rağmen Kur’an’ın her derde deva tesellisinden mahrum kalmış,  bizim ağrısını çektiğimiz hastalıkla savaşan, manevi sancılardan kıvranan, imansızlıkla kendi ahiretine kasteden, günahlarla ruhunu manen paramparça etmiş kimseler bulunduğunu bilmemize rağmen, sanki hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam edebiliyoruz. Sanki hastalığın sancılarını biz çekmemişiz ve onların içinde bulunduğu durumu bilmiyormuşuz gibi, kendi rahatımızı arıyor, meşru daire diye diye lezzet planları yapabiliyor, dünyaya sonsuza dek yerleşecekmiş gibi yaşamaya devam ediyoruz.

Üstelik hasta insanların sayısı, birkaç kişiyle sınırlı olup bizi gevşekliğe itebilir, “Başkaları düşünsün canım,  Bana ne!” denilebilir mahiyette olmamasına, milyonlarla ifade edilmesine rağmen, biz elimizdeki ilaçları bir şekilde hep kendimize saklıyor, bahaneler uyduruyor, rahatımız bozulsun istemiyoruz.

Bu söylediklerimin dikkate alınmaması ihtimaline karşı, rakamlarla çalışan zihinlerimize hitap etmek için haydi küçük bir hesap yapalım.

Bu satırları okuduğunuz anda çoğunlukla Müslümanların yaşadığı bu vatan topraklarında 77 milyon 300 bin küsur insan[1] nefes alıyor. Bu insanların yüzde 34,6’sını 15 yaş altı çocuklar oluşturuyor. Bu hesaba göre 15 yaş üstü olan insan sayısı 49 milyon 528 bin olarak karşımıza çıkıyor.

Bu devasa kitlenin en iyimser rakamla yüzde 51’i  (49,528,000*0.51= 25,259,280 kişi) manevi bir bataklıkta ilerliyor. [2] Eğlence, sefahat, madde ve menfaat odaklı bir yaşam, ahiret fikrinden yoksun bir dünya tasavvurunun oluşturduğu bir bataklık bu. Bataklıkta ilerleyen insanlar dünya ve ahiret saadetinden mahrum kalacak şekilde yaşamaya devam ediyorlar. Kendileri bu hayatı seçiyor denebilme ihtimaline karşı hemen belirtmeliyim. Bu insanların sadece yüzde yirmisi (beş milyon 51 bin 856 kişi) dalaletten lezzet alan, sefahat hayatını bilerek, severek arzulayanlar. Geriye kalan 20 milyon 207 bin insan ise yaşadığı hayattan anlık zevkler alsa da bu hayatın böyle yaşanmaması gerektiğini hissediyor. Sıkılıyor, bunalıyor, ne var ki elinden bir şey gelmiyor. Bu ikinci kısım bir çıkış yolu, bir “nur” arıyor.

Çok iyimser hesaplarla ortaya çıkarılmış bu rakamlar bize durumun vahametini gösterdiği gibi, vazife ciddiyetini de hatırlatması gerekiyor kanaatindeyim. İnsanların bu kadar muhtaç olduğu bir zamanda ilgilendiğimiz, zaman öldürdüğümüz meşguliyetlerimizi, havsalamızı işgal eden konuları gözden geçirme zaruretini ortaya koyuyor. Ve en önemlisi Risale-i Nur müellifinin onlarca “uzak durun!” ikazına rağmen savunuculuğunu üstlendiğimiz (!) siyasi görüşün kimliğimizi ne denli bulandırdığını, ne kadar insanı bizden uzaklaştırdığını, temsil ettiğimiz vazifeyi ne denli dumura uğrattığını idrak etmemiz gerekiyor.

Sözün kısası, Kur’an’dan gelen manaların tedavisiyle hastalıklarından şifa bulan Müslümanlar olarak vazife şuuruna erişmemiz, elimizdeki manevi ilacı dağıtma, hastalara ulaştırmanın dinen ve ahlaken bir sorumluluk olduğunu idrak etmemiz gerekiyor.

Aksi halde bu imani ve Kur’ani ilaçları ulaştırmadığımız -sadece Türkiye’de- en az 20 milyon 207 bin 424 insanın dünyası ve ahireti bizim onlardan sakladığımız ilaç kabının içindeki tedaviden mahrum kalarak ebediyen mahvoluyor.

 


[2] Bu paragraftaki hesaplamalar 13. Mektubundan 3. Sualindeki verilerden hareketle yapılmıştır. Bediüzzaman Said Nursi’nin insanlığının kısm-ı ekseri tarifinden yola çıkılarak optimistik %51 rakamına ulaşılmıştır. Risale-i Nur Külliyatından farklı yaklaşımlar bulmak da elbette mümkündür.

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.