BİR DÜŞÜNELİM ÖNCE, düşünebilirsek tabii…
“Acaba en son ne zaman kendimle baş başa kaldım?”
Ya da hiç kaldım mı şu zamana kadar?
Doğduğumdan beri etrafım beni kendimle baş başa bırakmayacak bir sürü eşya yığınıyla mı doldurulmuş?
“Bir işten yorulunca diğerine koyul” hadisini sanki televizyondan yorulunca bilgisayara, oradan telefona diye anlamış gibiyiz.
Bir dakika bile durup düşünmeye tahammülümüz yok. Sanki düşünürsek öleceğiz.
Bizi bu hale bu asır getirmiş biraz da. Teknolojiye, ev eşyalarına boğmuş ve gözlerimizi onlardan alıp düşünecek vakit bırakmamış.
Oysa ne kadar sade olsak o kadar berrak düşüneceğiz. Beynimiz karmakarışık şeylerle yorulmayacak. Ama dedim ya, düşünsek sanki öleceğiz.
Evlerimiz o kadar çok gereksiz “olmasa da olur” eşyalarla doldurulmuş ki… Ama bizi inandırmışlar: “Olmazsa olmaz!”
Kuşlara bakalım mesela. Neden hep “kuşlar kadar özgür olmak” deriz?
Hiç düşündünüz mü kuşlar neden bu kadar kolay göç eder? Göç eden bir kuşa baktığımızda sırtında yüklü bir eşya görür müyüz?
Peki biz göç etmeye kalksak bir tır yeter mi eşyalarımızı taşımaya?
Üstadımıza bakınca tüm eşyalarını bir sepete sığdırdığını görürüz. O kadar olamasak bile ona talebe olmak istiyorsak biraz sadeleşmemiz gerekiyor, bu asırda çok zor gözükse de.
Yoksa biz kalabalık eşya yığınları arasında kaybolacağız, kaybolduğumuzun farkına bile varamadan…