Cenab-ı Hakkın rızasını gaye-i maksat ederek din-i Mübin-i İslam’a hizmeti gaye edinen fertler ve bu gaye istikametinde bir araya gelen fertlerden müteşekkil cemaat ve tarikatlerin hepsinden Allah razı olsun.
Vahidiyet hakikati çerçevesinde bir araya gelen bu dini grupların fertlerinde ve grup olarak tümünde ayrı ayrı ehadiyet hakikati tezahür etmekte.
Yani yaratılış itibarıyla her fert Ehad isimine mazhar ve farklı esmalara ayinedir. Dolayısıyla farklı meşreplerin olması zaruri ve mahz-ı hikmettir.
Farklı meşrepleri olan insanlar, meşreplerine muvafık mesleklerde hizmet etmesi de gayet fıtridir. Tarikat mesleği, siyaset mesleği veya hakikat mesleği olarak dini hizmet gruplarını bu şekilde tarif etmek meseleyi rahat anlamaya yardımcı olabilir.
Bu mesleklerin gayesi aynı olsa da hizmet metotları, fertlerin tekâmülünde takip ettikleri usuller ayrı ayrıdır.
“Fakat mesleğimiz tarikat olmadığı, belki hakikat olduğu için…”, “Nur dairesi hakikat mesleğinde gidip…” gibi ifadelerle Bediüzzüman Said Nursi Risale-i Nur mesleğinin “hakikat mesleği” olduğunu ifade eder.
Hususan siyaset mesleğinden uzak durmayı tercih eder ve talebelerine bu istikamette şiddetli ikazlarda bulunur.
Bu hal biraz da ahirzaman insanlarının içinde bulunduğu şartların, zihni alt yapılarının, yetişme şekillerinin, mergub metalardaki değişikliklerin zorlamasından dolayıdır diyebiliriz.
Bediüzzaman hayatının ilk bölümünde siyaset mesleği içindeki “siyaseti dine hizmet ettirme” meşrebine temas etmiş ve hal-i hazırdaki şartlar ve mezkûr unsurlar sebebiyle siyasetin bu meşrebi ile beraber “siyaset mesleği”nin hatarlı ve su-i istimalinden dolayı “şeytan ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım” diyerek tecennüp etmiş ve sadece “hakikat mesleği”nin esaslarıyla meşgul olmuştur.
Eserlerinden bu içtinaba dair bazı ifadeler şöyle sırayabiliriz:
Kur’an-ı Hakîm’in hizmeti beni şiddetli bir surette siyaset aleminden men etti.
Hatta düşünmesini de bana unutturdu.Tarihçe-i Hayat, s. 179.
Belki hizmet-i Kur’an, beni hayat-ı içtimaiye-i siyasiye-i beşeriyeyi düşünmekten men ediyor.
Tarihçe-i Hayat, s. 179.
Bu ve benzeri ifadelerde tecennüb edilen, kaçılan, düşünülmesine dahi müsaade edilmeyen, iman ve Kur’an hizmetinin men ettiği ifade edilen siyaset, siyasetin sadece bir meşrebi değil tamamıdır.
Zira umum Nur Talebeleri Bediüzzaman Said Nursi’nin siyaset mesleği içindeki “din adına siyaset meşrebi”ne karşı tavrını ve tutumunu bilir.
Şu ifadeler bu hakikat için gayet sarih ve katidir.
O Said siyasetle, içtimaiyat-ı İslamiye ile ziyade alakadardır.
Fakat sakın zannetmeyiniz ki o dini siyasete alet veya vesile yapmak mesleğinde gitmiş.
Haşa belki o bütün kuvvetiyle siyaseti dine âlet ediyormuş.
…
İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara alet ve tabi olamaz.Ve alet yapmak İslamiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.
Hutbe-i Şamiye, s. 46.
Demek ki Üstadımızın içtinab ettiği, uzak durduğu ve talebelerini şiddetle ikaz ettiği bütün meşrepleriyle beraber siyaset mesleğinin kendisidir.
İman hizmetini esas alan hakikat mesleğinin hadimleri olan Kur’an şakirtleri kurum ve tüzel kişilikleriyle, cemaat olarak veya temayüz eden mümessilleri vesilesiyle siyaset mesleğine yakın ya da iç içe olmaları nurani düsturlara muvafık düşmediğini 57 yıllık hizmet tarihinde acı bir şekilde hep beraber tecrübe ettik.
Elbette ki büyük dairedeki küçük vazifemiz için herkes şahsi olarak bir kanaat sahibi olabilir ve nurani düsturlardan aldığı istikamete göre vicdani kanaatini tatbik edebilir.
Dikkat edilmesi gereken husus geniş daireye ait bu siyasi kanaatlerin ilan ve izharındaki tavrın nurlara perde olmaması ve tarafgirlik illeti ile iman hizmetine zarar vermemesi olmalıdır.
Çünkü…
Nur şakirdleri hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler.
Çünkü iman mal-ı umumîdir.
Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır.
Tarafgirlik giremez.
Emirdağ Lahikası I, s. 180.
Üstadımızın İhlas Lem’arı ve Lahikalarda vurguladığı gibi bizler zayıfız mühim ve büyük bir hizmet ihsan–ı ilahi olarak omuzumuza konulmuş.
Kahir ekseriyet çok büyük imkânlarla siyaset ve tarikat meslekleriyle hizmet ediyor zaten. O alanda bize hiç ihtiyaç yok…
Zira…
Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir.
Topuzu tutacak elimiz yok!..
Lem’alar, s. 104.
Zîakıl; iktidar veya muhalefet, siyaset mesleğinin dünyevi ve cam kıymetindeki esasları ile hakikat mesleğinin ebedi ve elmas kıymetindeki esaslarını aşılama cinayetine tevessül etmez, etmemeli.
Siyaset mesleğinin farklı meşreplerinden şahısları adına hizmet etmeyi tercih eden şakirtler de olabilir elbette ancak bunu ihtiyar edenler şahsi tercihlerini umum Nur Talebelerine mal etmemelidir veya öyle anlaşılabilecek tavır ve beyanlardan uzak durmalıdır.
Hakikat mesleğini esas alan ve bu surette hizmet etmeye gayret edenler mesleğimizin mümessili Üstadımızı dinleyip nurlardaki düsturlara göre hareket etmek mecburiyetindedir…
Bakın Üstadımız ne diyor?
Elhamdülillah, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’an’ın elmas gibi hakikatlarını propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim.
Tarihçe-i Hayat, s 181.
Benim ile temas eden bütün dostlarım bilirler ki siyasete değil karışmak, değil teşebbüs, belki düşünmesi dahi esas maksadıma ve ahval-i ruhiyeme ve hizmet-i kudsiye-i imaniyeme muhaliftir ve olamıyor.
Bana nur verilmiş, siyaset topuzu verilmemiş.
Bu halin bir hikmeti şudur ki hakaik-i imaniyeye müştak ve memuriyet mesleğine giren birçok zatları, bu hakaike endişeli ve tenkidkarane baktırmamak, onlardan mahrum etmemek için, Cenab-ı Hak kalbime siyasete karşı şiddetli bir kaçınmak ve bir nefret vermiştir kanaatındayım.
Tarihçe-i Hayat, s. 221.
Hulasa-i kelam su-i misal emsal olamaz düsturundan hareketle alışageldiğimiz ve yorumlu okumaların da etkisiyle geniş daireye dair düşüncelerimizi ve tavırlarımızı insafla yeniden müzakere ihtiyacı bulunmaktadır.
Nur Talebelerinden bazıları şahıslarını ve mensup oldukları meşreplerini siyasi bir kimlik üzerinden ifade etmeyi, hizmet tarzını siyasi renklere göre tanzim etmeyi, tavırlarını veya gayelerini herhangi bir siyasi parti veya düşünce üzerinden tanzim etmeyi maharet ve fazilet olarak görmemeli.
Din ve dindarlarla mücadele eden, arşı çınlatan zulümleri irtikâp eden, kanatları altında dinsizlik cereyanlarını taşıyan, bu aziz milletin mazisine düşman olan, milletin değerleriyle hiçbir zaman barışmayan ve 35 yıl Üstadımızı hapis ve sürgünlerle perişan eden bir parti için Üstadımızın ifadesi şudur.
Mesela bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde hatta otuz senede hapisler de, tazyikler de olduğu halde hakkımı helâl ettim. Ve azaplarına mukabil o biçarelerin yüzde doksan beşini tezyif ve itirazlara, zulümlere maruz kalmaktan kurtulmaya vesile oldum ki, وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى ayeti hükmünce kabahat ancak yüzde beşe verildi. O aleyhimizdeki partinin şimdi hiçbir cihetle aleyhimizde şekvaya hakları yoktur.
Emirdağ Lahikası, 151. Mektup
Evet mesele gayet vazıhtır. Siyasi bir parti tarafgirliği ile hareket etmek Kur’an’ın elmas parçalarını cam parçaları seviyesine düşürmek ve insanlığın ihtiyacı olan iman hakikatlerini tarafgirlik illeti ile binde bire hasretmeyi de, yüzde elliye hasretmeyi de aynı bela olarak görmek gerekir.
Yüzde birlik bir meselede, geniş daireye ait küçük bir vazifede, kizb ve zulme revaç veren muvakkat ve fani bir meslek için ebedi ve umum insanlığın dertlerine tiryak olacak elmas kıymetindeki hakikatlere perde olmak, avam-ı müminin nazarında kıymetlerini tenzil etmek cinayetinden Allah’a sığınmamız gerekir.
İşte ben de nur-u Kur’ân’ı elde tutmak için اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ deyip siyaset topuzunu atarak iki elimle nura sarıldım.
Gördüm ki siyaset cereyanlarında hem muvafıkta hem muhalifte o nurların âşıkları var.
Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkarâne telâkkiyatlarından müberra ve safi olan bir makamda verilen ders-i Kur’ân ve gösterilen envâr-ı Kur’âniyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve ittiham etmemek gerektir.
Mektubat
Bunun için herkese Nurlardaki içtimai ve siyasi düsturlara göre hareket etmesini hatırlatıp, geniş dairedeki kanaatlerine saygı duyup, medar-ı bahs etmeyerek niza ve münakaşa yolunu kapamak gerekir.
Cemaatlerin veya cemaatlere ait tüzel kişiliklerin veya cemaat içinde temayüz etmiş kişilerin siyasi kanaatlerini ilan etmelerini maharet ve fazilet olarak görmemek, aksine hizmet-i imaniyeye perde olup, uhuvvet ve tesanüd hakikatlerine muhalif bir tavır olarak kabul etmek gerekir.
Evet Nur Talebeleri bu düsturların çizdiği istikamette durmalı, durmaya gayret etmeli ve bunun muhafazası için dua etmeli.
Artık güncel, muvakkat, menfaat ve kizb üzerine dönen geniş dairenin telkinleri ile değil de bizzat nurani düsturlara göre bu meselelerin müzakere edilmesi gerekir. Kimseyi kendi kanaatimize uymak mecburiyetinde görmemeliyiz. Farklı düşüncelere mütehammil olmalıyız.
Üç ayrı pasaj paylaşıyorum (Yukarıdaki düsturların ifadesinde bu bölümlerden gafil değiliz)…
Uygun bir zaman ve mekânda oturup bu düsturları Risale-i Nur Külliyatı’nın tamamını nazara alarak, Üstadımızın hayatının bütününe muhatap olarak müzakere etmek gerekiyor.
1- Sayın Adnan Menderes, otuz beş seneden beri siyaseti terk eden Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, şimdi Kur’ân ve İslamiyet ve vatan hesabına, bütün kuvvetiyle ve talebeleriyle, dersleriyle Demokrat Parti’nin iktidarda kalmasını muhafazaya çalıştığına, biz Demokrat Parti mensupları ve Nur talebeleri kat’î kanaatimiz gelmiştir.
Üstadımızdan, niçin Demokrat Partiyi muhafazaya çalıştığını sorduk.
Cevaben: “Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek.
Halbuki Halk Partisi İttihatçıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem Cumhuriyet’in birinci reisinin Sevr Muahedesi’yle ve çok siyasî desiselerin icbarıyla on beş senede yaptığı icraatının kısm-ı âzamı tamamıyla eski partiye yüklendiği için bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek.
Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki bir Müslüman kat’iyen komünist olamaz, anarşist olur.
Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebîlerle mukayese edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için Demokrat Parti’yi Kur’ân ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.
Emirdağ Lahikası
2- Büyük Doğucuların bu fakiri kendi zümrelerine katmak hususundaki tekliflerine: “Büyük Doğuculuk siyasî bir teşekkül müdür?” diye sordum.
“Evet” dedikleri için, “Sizin yalnız imanî ve Kur’anî mesaildeki müşkillerinizi ve izahını arzu ettiğiniz noktaları Risale-i Nur’un yardımı ile halle çalışırım. Benim mesleğim, ihtiyar ve şuurum taalluk etmeden Risale-i Nur dairesinde istihdamdan ibarettir. İman ve Kur’an mes’elelerinize hemfikrinizim. Fakat siyasetle iştigal edemem” mealinde cevab verdim.
Yalnız bu zümreden Nurlarla alâkadar olanlar var.
Onların el ele vererek hem eserleri okumalarını ve anlayamadıkları yerleri sormalarını, Kur’anî hattı öğrenmeye gayret etmelerini rica ettim.
Emirdağ Lahikası II, s. 147.
3-Evet Nurcular siyasetlerle alâkaları olmaz. Yalnız iman hakikatleriyle bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler.
İnşaallah bir sebep çıkar o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak. Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır. Risale-i Nur dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle bir tarafa tâbi ve dahil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinat olur.
Fakat siyaset hesabına değil belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına, bazı kardeşler Nurlar namına değil belki kendi şahısları namına girebilir.
Emirdağ Lahikası