Nöbetteki askerden mektup (3): İkra emri ile vazifeli insan

Nöbetteki askerden mektup (3): İkra emri ile vazifeli insan

Allah’ın isimlerinin tecelli ettiği bir eseri veya insan elinden çıkmış bir kitabı okurken, onun sanatkarı veya yazarı ile hasbihal eder, aktarmak istediklerini dinlersiniz.

“İkra” emri ile omuzlarınıza yüklenen insani sorumluktan dolayı oluşan vazifeniz için okur, bu vesile ile meydana gelen tasanızı aleminizde tasarlar; benliğinize derç edilmiş olup detaylı okumanız ile fark ettiğiniz cemal ve kemalinizi müşahede etmek üzere yazar, verilenleri anlatıp iletirsiniz “emri bilmaruf, nehyi anil münker” emrine istinaden.

Esmasını görmeniz ile muhatap olduğunuz bu Sanatkâr’ın, hak kelamı olan Kur’an’ı ile anlatıp iletmek istediğine kulak verdiğiniz vakit; rastladığınız ibret verici vakıalarla bezenmiş, Allah’ı tesbih ve tenzih etmenize vesile güzellikleri barındıran ilk ağaç, kendisini, üzerindeki sanatlarla sanatkarını ve vazifesine dair mühim ipuçlarını verir size. Bu eser-i ilahi vesilesiyle “Oku, yaradan Rabbinin adıyla oku” emrine dayanarak hakiki manada bir okuma yapıp Allah’ın sizin üzerinizdeki esmâ tecellilerini fark eder; sanatkarınıza olan şükranınızı ifade edersiniz. Sizde Kendisini gösterenin sizi yaratma nedeni olan Yaratıcınızı tanımak, varlığı ve birliğini bilerek mahlukat alemini hikmet ve ibret nazarıyla temaşa ve tefekkür etmekle ubudiyet olan vazifenize atılırsınız.

İbadet maksatlı okumalarınıza devam ettiğiniz bu bağlamda, ruhani alemde mertebe kat edip yoluna devam eden İmam-ı Rabbanî güzergah çizer size. Dünyevî ve uhrevî saadetinizin sünnet-i seniye dergahına sığınmakta olduğunu hatırlatır ve alacağınız yola revan yol gösterir size.

Yola çıkarken kelamlarıyla sohbete durduğunuz Mevlana’nın maksadını dinler, haliyle hallenirsiniz. Halleşip kolkola sema’ya durursunuz; sözünüz, kelamınız ve yönünüzün bir olduğu Allah’a doğru giden yolda. Mevlana ile ahdinizi bir eder etmez safınıza katılır müridler ve eklerler: “Sen yürümene bak aziz dostumuz; ne olursan ol yine gel hitabımıza kulak kesilip yolumuza tutulduğundan, geçeceğin geçitlerde destekçin ve duacın oluruz” sözünü alırsınız.

Sanatkârların sanatkârı olan Allah’ın sanatını okuma sanatını bu yüce sanatkârdan almış veli zâtlarla “oku”yarak muhabbet ettikten sonra maksat ve ızdırabınızı bir de ahirzaman asrının yazar ve problem çözücüsü Bediüzzaman Said Nursi’ye açarsınız. Risale-i Nur vesilesiyle dizlerinin dibine oturursunuz. İslam aleminin derdiyle dertlenmiş, bu hakikati gönlünde ve ağırlığını “yüklü omuzlar”ında hisseden, Mezopotamya’nın sert, yalçın ve kekik kokan dağlarından esen samyeli ruhtan beslenen Üstad, kanayan yaranıza dokunur. Yaraya merhem olan hakiki tiryakları verir size. Problemleri çözme maksatlı niyetinizi belirttiğinizde; geçmiş veya var olan yaşantı ve yaşadıklarıyla yüreği acıyla yoğrulmuş, Allah’ın kelamını, dinin emirlerini ve Kur’ani hakikatleri neşredip bildirmek, men edilen şeylerden de beri tutmayı vazife addetmiş Anadolu insanının ahvalini mütalaa edersiniz. Ettiğiniz vazife yemininden ötürü alacağınız yolda karar kılarsınız heybeye konulacaklara dair. Size verilenler ışığında haritanızı alır; aklı tok, gönlü pek başlarsınız yol almaya.

Heybeyi doldurup verilen vazifeyi ödev bilerek yola koyulduğunuzda kalbinizi sıkıştıracak türden bir dert sarar yüreğinizi. Aldıklarınızı vermeniz gerektiğini hatırlatan narin bir derttir bu. Ne edeceksiniz o vakit? Emre itaat edip okumaya devam ederek anlatıp aktaracaksınız siz de,ülfet halinde olup silkelenmeye ihtiyacı olan derttaşınıza. Hakikatlere ihtiyacı olan elbet bir gönül vardır, gönlünüzün aktığına benzer bir gönül. Yani al gülüm ver gülüm meselesi.

Aksiyle amel edip hak ve hakikatleri bilerek ya da bilmeyerek saklayan kişi, aldığını mamül olarak geri vermeyen patosa benzer. Patosa samanlaşması için atılan nebatatı dışarı vermezse makine; o nebat çarklarına yapışır, bıçakları kırar, kayış arttırır, dağıtır harmancıyı. İnsan, makinenin fabrikası! Varlık üstü bir harmancı. Mahlukatın en şereflisi olması hasebiyle vazifede en büyük rol oynayanı…

Aldığını vermezse vazifeli insan, gönül dehlizinde bir bocalama, bir karışıklık yaşar. Daima rahatsızlık hisseder aleminde.

Ve bilinmeli ki paylaşarak çoğalanlardandır verilen ilim, bahşedilen bilgi. Öyle nihayete erer diye saklamaya gerek yoktur. Yani vermezsen aldığını, alamazsın verilenden daha âlasını.

İlahi hitaba mazhar olmuş ve bu hak sadâyı dinleyip edindiği bilgiyi saklamadan paylaşan, hak ve hakikatleri neşreden, İslam dinine daha çok hizmet etmek üzere şevkle uğraş veren kişi kemale ulaşmış bir insan vasıflarını taşır.

Elhasıl zikrettiğimiz hakikatler ışığında düşüncede diriliş fikrini dünyasında oturtup inançta da bir diriliş başlatmayı maksat edinen diriliş neslinin birer diriliş eri olarak; hangi meslek grubundan olursak olalım, ister bir talebe, bir asker, bir öğretmen, bir doktor ya da bir imam olalım, herkes için her yerde hizmet vaktidir diyerek, hak kelamları okuyup aktarmalıyız ki vazifemizi hakkıyla eda etmiş olalım. Aksi halde “ilim yüklü merkep” sınıfına dahil olmak kaçınılmaz olur.

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.