Baştan beri hep vardı zaten dünyanın cazibedarlığı, yaratılış hakikatinden gaflet verecek esbab hiç eksik olmadı ki.
Karnlar, devirler geçti. Devletler, imparatorluklar göçtü. Eski zalimlerin yerini yeni diktatörler aldı ama hak ile batıl arasında ki cihad hiç bitmedi ki.
Hayli vakit sonra ahirin ahiri geliverdi.
Aydınlandı evlerimiz güya hatta sokaklarımız, parklarımız, binalarımız.
Daha körpeyken zihin tarlamız sürüldü felsefe demiriyle ve ekildi gizli aşikâr küfür tohumları.
Kaçanlar olsa da bu fitneden ekseriyet hevesat ve sefahet zincirini bile isteye taktı kendi boynuna.
Aydınlık zulmeti sarhoş etse de tatmin edemedi ruları.
Arayışlar, kopuşlar, boğuluşlar arasındaki çığlıkların toplamı “ya Hak”, “ya Rahman” diye tecessüm etse de göremedik hakikati.
Pişman olsak da çıkamadık dünya gayyalarından.
Vicdanların “ebed, ebed” diye haykırışlarını tercüme edemedi divane akıllarımız.
Aradık ne bulmak istediğimizi bilmeden.
Kaybolup yitip gittik asıl istikamet gayesinden.
Sahte yüzler edindik, yediğimiz zehirli balların benliğimize vurduğu kamçıları kapamak için.
Aydınlık karanlığının içinde zindanları yaşarken kalabalıklar ortasında tek başına kalakaldık.
Enfüse doğru dalıp ruhumuzun eninlerine ağlarken yeni darbeler indi sinemize.
Bir an dahi gevşetmemecesine sıkıldı zincirlerimiz.
Dünü, bugünü ve yarını muhasebeye fırsat vermedi malayaniyat.
Zincirlerimizi kendimiz sıktık elimizdeki akıllı oyuncaklarla.
Sayfadan sayfaya koşturup durduk bitesiye.
Ne nefsimiz ne neslimiz ne de ceddimizin asıl akibeti için hakiki endişe ve telaşı hep öteledik.
Dünde boğdular, bugünde parçaladılar, yarına zaten kalmadı elde bir şey.
Beş vakit teneffüs için ihtiyaç hissetmez olduk zehirli gazlara rağmen.
Olur da birkaç vakit teneffüs fırsatı nasip olsa da onu dahi hiç ettik hayallerdeki zakkum meyveleriyle.
Sağdan soldan şeş cihetten hücum ettiler ölümü unutturmak için ölümsüz aşklar aratarak.
Ölüm unutulunca hayatı veren de unutuldu. Hayata geliş gayesi puslandı ve paslandı.
Neden sonra bir de baktık ki…
Bakamamışız, bakmamışız, bakarken dahi görememişiz insaniyet makamından sukutumuzu…
Bu gayyadan çıkış için ölüm merdivenine ihtiyaç var.
Rahman’ın rahmet zincirine ihtiyaç var.
Habibullah’ın (a.s.m.) hayatıyla gösterdiği koordinatlara ihtiyaç var.
Bu ölümsüzlük kâbusundan uyanmak için ölmeden önce ölmeye ihtiyaç var.
İmanlı bir ölüm için imanlı bir hayat adına, durup “Nereye bu gidiş, nereye kadar” demeye ihtiyaç var…