Kısa bir girizgah
Cenab-ı Hakk’ı bulan neyi kaybeder? Ve O’nu kaybeden neyi kazanır?
NUR TALEBELERİNİN daha ziyade bu âlî vecizesiyle tanıdığı İbn Atâullah İskenderî’nin (k.s) Hikem-i Atâiyye isimli kitabı hakikaten çok özel vecizelerden derlenmiş bir manifesto niteliğinde. Her bir cümlesi insanı ayrı âlemlere davet ediyor. Gerçi büyük zâtların geniş kalp çağlayanından bizim dar kabımız ne kadar istifade edebilir? Çok şükür Allah’a ki bütün bütün istifadesiz bırakmıyor.
Ben de bu kitaptan hem kendi seçtiklerimi paylaşmayı hem de paylaştığım cümlenin Risale-i Nur’dan tahattur ettirdiği kısmı alıntılamayı istedim. Umulur ki bu manevî sürtüşme neticesinde çeşitli hikmet ve feyiz kıvılcımları ortaya çıkar da o kıvılcımlar Nur risalelerinde ülfet sebebiyle bizim için odun yığınlarına dönüşme tehlikesi taşıyan bahislerin tekrardan alevlenmesine sebep olur.
Elbette bu bizim nefsimizde tecrübe ettiğimiz bir yoldur. Ehadiyet sırrı gereği herkesin yolu kendi fıtratına has usûl farklılıkları içerebilir. Duamız odur ki Cenab-ı Hak yaptığımız bu okumaları Risale-i Nur’un imanî ve Kur’ânî hakikatlerine çıkmak için hayırlı basamaklar hükmüne getirsin.
Hikem ve Risale
- Günah işleyince ümidin azalması, amele güvenmenin alâmetlerindendir.
Kendini mehasin ve kemalâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat’iyen bil ki senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünkü sû-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhubedir, seyyiatın meksûbedir. - Allah seni sebeplere muhtaç bırakmışken o sebeplerden kurtulmayı istemen gizli şehvetlerdendir.
Tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir. Terettüb-i neticede tevekküldür. - Allah önüne sebeplerden kurtulmayı koymuşken sebepleri istemen yüce himmetten aşağı düşmektir.
Eskiden kırk günden tut tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.
(Âlet ilimsiz âli ilme çıkılacak yol ihsan edilmesi noktasından…) - Allah’ın kefil olduğu şeyle uğraşıp senden istediği şeyde kusur işlemen, basiretinin kapalı olduğunun delilidir.
Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma. - Şüphe basiretini zedeler ve sırrının nurunu söndürür.
Öyle de, bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hâsıl olan vesveseler, şüpheler –neûzu billâh– mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar. Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-ı imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. - Varlığını gizlilik arazisine göm. Zira gömülmeden biten tohum tamamen olgunlaşamaz.
Meziyetin varsa hafâ türâbında kalsın, tâ neşvünemâ bulsun. Ey zîhassa-i meşhure, taayyünle zulmetme! Ger perde-i hafânın altında sen kalırsan, ihvânına verirsin ihsan ve bereketi. - Şehvet zincirleriyle bağlı kişi Allah’a nasıl gidebilir? Gaflet kirlerinden arınmayan insan Allah’ın huzuruna nasıl çıkabilir? Günahlardan tövbe etmeyenin ince sırları anlaması nasıl beklenebilir?
El-aman, el-aman! Ya Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! İlâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li’l-âlemîn olan Habibin, Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekvâ ediyorum. - Her şey ile ve her şeyde zâhir iken bir şeyin O’nu perdelemesi nasıl düşünülebilir?
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından ihtifâ etmiş olan Kadîr-i Zülcelâl! - Allah’ın o anda vermiş olduğu hâlin dışında bir hal isteyen, cahillikten hiçbir şey terk etmemiş demektir.
Bilirim ki, kâh minare başında, kâh kuyu dibinde konuşuyorum. Neyleyeyim, zuhurât öyle. - Alıp verdiğin hiçbir nefes yoktur ki o nefeste Cenab-ı Hakk’ın sende gerçekleştirdiği bir kaderi olmasın.
Hayatın âlî gayeleri O’na aittir ve mühim neticeleri O’na bakar; yüzde doksan dokuz meyvesi O’nundur. - O’na delil getirmek O’na daha ulaşılmadığındandır. Yoksa O ne zaman kaybolmuş ki bulunsun ve ne zaman uzak olmuş ki eserler O’na ulaştırsın.
Bir burhanla elde edilen netice-i tevhidi bazı insanlar isti’zamla dar zihinlerine sıkıştıramazlar veya bozuk hayalleri tahammül edemez… O miskin bilmez mi ki, neticenin kayyûmu imandır. Burhan, ancak onu görmek için bir menfezdir. - Nefsinden razı olmayan bir cahille arkadaşlık etmen, nefsini beğenen bir âlimle arkadaşlık etmenden hayırlıdır.
Düşman istersen nefis yeter. Evet, kendini beğenen belâyı bulur, zahmete düşer; kendini beğenmeyen safâyı bulur, rahmete gider. - Hâli seni uyandırmayan ve sözü seni Allah’a teşvik etmeyen kişiyle arkadaşlık etme.
Allah için bir saniye mülâkat bir senedir. Dünya için olsa bir sene, bir saniyedir. - Hâli senden kötü kişiyle arkadaşlık etmen, kötü olmana rağmen çoğu kere sana kendini güzel gösterir.
Kendimi herkesten ziyade bedbaht, âciz, fakir ve kusurlu görüyorum. Bütün dünya beni medh-i senâ etse beni inandıramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemâlim. - Zikirde kalbin huzurlu değil diye tamamen zikri terk etme. Çünkü hiç zikirsiz gafil olmak zikrin içinde gafil olmaktan daha kötüdür.
Zikreden adamın, feyz-i İlâhîyi celb eden muhtelif lâtifeleri vardır. Bir kısmı kalb ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tâbi değildir. “Min haysü lâ yeş’ur” husûle gelir. Binaenaleyh gaflet ile yapılan zikirler dahi feyizden hâli değildir. - Kaçırdığın ibadetlerden dolayı üzülmemen ve günahlardan pişmanlığı terk etmen kalbinin öldüğünün alâmetlerindendir.
Yoksa büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. - Günahları seni Allah hakkında hüsn-i zandan menedecek kadar gözünde büyütme. Çünkü Rabbini bilen, O’nun keremi yanında günahı küçük görür.
Cenâb-ı Hakkın Gafûr, Rahîm gibi iki ismi tecellî-i âzamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur’ân-ı Hakîmde peygamberlere en mühim ihsanı mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları istiğfar etmeye davet ediyor.
- Hadis inkârcılarının görmek istemeyeceği alan: Sahabenin sükûtunun ikrar olması - 6 Haziran 2024
- Kastamonu Lahikası’ndan İkinci Dünya Savaşı’na bakış - 25 Mayıs 2024
- Bediüzzaman hazretlerinin fikrî bir yolculuğu - 7 Şubat 2024
Her bir madde ayrı birer yazı konusu
Aynen öyle..