Beşer dünyaya ayak basmadan evvel çok büyük zulümler yaşanmıştı. Çok kanlar dökülmüştü. Bir istişare esnasında, Cenab-ı Hak tarafından bu hadiselerin şahidi olan meleklerin sual sormalarına izin verildiğinde melekler “Orada kan dökecek ve fitne çıkaracak birini mi yaratacaksın?” diye sormuşlardır. Öyle de oldu, kan dökecek olan beşer dünyada vücud buldu. Atlanmaması gereken husus şu ki, kan dökmek için yaratılmamış olmalarıydı.
Beşer tarihinde ilk kan Habil ile Kabil arasında döküldü. Devamında da bir çok cinayet savaş meydana geldi. Bunu İslâm tarihinde halifelerin kanının dökülmesi izledi ve Peygamberimiz’in (ASM) ehl-i beytinin… Günümüzde hâla bir çok İslâm şehrinde Müslümanlar birbirini katletmeye devam ediyor. Bu durum bizde öyle bir ülfet peyda etti ki, kahvaltı haberlerinde altın fiyatına göz attığımızda altının düştüğüne/arttığına üzülürken ölen yüzlerce Müslümana hiç üzülmez olduk.
Ölen insanların bizde bıraktığı etki sıfıra yaklaşırken Avrupa’da durum biraz farklı. Fransa’nın başkenti Paris’te haftalık karikatür dergisi Charlie Hebdo’nun binasına düzenlenen silahlı saldırıda 12 kişi ölüyor ve tüm Avrupa şokta. Bazı kesimler bu saldırıyı Müslümanlar tarafından yapılan bir terör saldırısı olarak yorumluyor. İslâm aleminde her gün gerçekleşen bu tarz saldırıların Avrupa’da pek fazla yaşanmamasından dolayıdır ki, saldırıya “Avrupa’nın 11 Eylül’ü” diyenler bile oluyor.
Nisyan da bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterâkim olmuş âlâmı unutturur.
Asıl 11 Eylül “Charlie Hebdo Saldırısı”ndan 3,5 sene evvel(Temmuz 2011) Norveç’te gerçekleşmemiş miydi? Demek ki Avrupalı işine gelmeyeni hemen unutuyor. Hatırlayalım Norveç’te başkent Oslo’da hükümet binalarının bulunduğu bölgeye yapılan bombalı saldırı ile gençlik kampında düzenlenen saldırıda 92 kişi ölmüştü. Bu eylemi gerçekleştiren Müslüman olmadığı için çabuk unutulmuşa benziyor.
Norveç’teki tablo çok netti. Fail belli, neden yaptığı belli(ülkesinin çok kültürlülüğüne karşıymış) ve eylemine karşı verilen hüküm belliydi(21 yıl ama uzayabilir), fakat Paris’teki saldırı biraz karışık. Neticede ölenler mühim(!) insanlardı ve saldırıyı kimin yaptığı hemen tesbit edilememişti. O mühim insanların arasında bir de gözlerden kaçan Müslüman bir polis memuru vardı. Avrupa’da ve bizim medyamızda daha çok çizerler üzerinden haberler yapıldı. Belki siz de Müslüman bir polisin öldüğünü bu yazıdan öğreniyorsunuz. Sizce orada saldırıya uğrayan insanlar arasında bir fark var mı? Sizce o çizerler mi polis memurundan değerli, yoksa o Müslüman polis mi inançlara saldıran çizerlerden daha değerli? Ya da Norveç’tekiler çok mu değersiz?
İnançlara saldıran çizerler dememden alınmamışsınızdır umarım. Çünkü söz konusu mizah dergisi İslâmiyet başta olmak üzere, bütün dinleri/inançları aşağılayan, alay ve hakaret eden çizimlere yer veriyordu. Mizah dergilerinin genel özelliğidir hakaret. Buna İslâmi olduğunu iddia eden dergilerde dahil. Dergiler ayrı bir konu saldırıya dönelim. Dergiye yapılan saldırı hakkında bazı Müslüman kesimler tarafından alttan alttan “hak ettiler” mesajı verildi. Avrupa’daki bazı kesimlerde bu saldırıyı 11 Eylül’e benzeterek saldırıyı Müslümanların üzerine yıkma derdine girdi. Avrupa’ya göre derginin çizimlerinden en çok rahatsız olanlar şüphesiz Müslümanlardı ve yapsa yapsa bu saldırıyı “cihad” ile kafayı bozduğu düşünülen Müslümanlar yapabilirdi.
Yapılan saldırılar nedeniyle tüm Müslümanlar suçlanabilir mi? Günümüz hukukunda hâkim olan ilkelerin başında “cezaların ve suçun şahsiliği ilkesi” gelir. Demokratik bir ülkede bu tarz saldırıların kimin tarafından gerçekleştirildiğinin hiçbir önemi olmamalıdır. Haliyle bu saldırı ve bundan sonra gerçekleşebilecek herhangi bir saldırıya karşı Avrupa’nın takınacağı tavır, demokrasi noktasında samimiyetlerini bizlere göstermiş olacak.
Dergiye yapılan saldırının failleri hakkında şahsi kanaatim onların Müslüman olduğu ve saldırıyı hiçbir baskı altında kalmadan yaptıkları yönündedir. Biraz ileri gitmiş olacağım ama bağışlayın, -tahminimden- az bile yaptılar! Benim beklediğim: Paris’te Eyfel Kulesi’nin en yoğun olduğu bir saatte dergi çizerlerini kuleye bağlayıp kuleyi bombalamaları idi. Hem dergi çizerlerini hem de binlerce kâfiri tek seferde öldürmüş olurlardı. Yanlış anlaşılmasın, bu söylediğim olmasını istediğim değil, onlardan beklediğimdi.
Peki, neden onlardan bu derece büyük bir saldırı bekliyordum? Bunun cevabı evimizde, sokağımızda, memleketimizde, ülkemizde, meşveretlerimizde, iş yerimizde vs. Mesela İran’da birlik olmak için “İslâm Birliği Konferansı” düzenleyen Sünni ve Şia katılımcılar, aynı imam arkasında saf tutmuyorlar. En geniş dairede bu olurken kendi sokağımıza bir bakalım. Aynı sokakta oturan Müslümanlar gruplara ayrılmış, sürekli birbirini münafıklık ile şirk koşmak ile suçlayıp duruyor. Siyasi noktada farklı düşünen -dindar- aile fertleri birbirinin boğazını sıkma derecesindeler.
Müslümana sövmek fısktır. Onunla çarpışmak ise küfürdür.
buyuran Peygamber Efendimiz’in (ASM) hadisine bakacak olursak küfür noktasında zirvedeyiz. Başımıza gelen binlerce musibeti Müslümanların birbirini yemesine yoran tek kişi ben değilimdir umarım. “İslâm barış ve hoşgörü dinidir” sözünü papağan gibi tekrarlıyoruz, ama uygulama noktasında herkes geri duruyor. Böyle bir nefret ortamında yetişen Müslümanlardan çok daha büyük saldırılar beklemem yanlış olmasa gerek. Avrupalılar ve Amerikalılar’da çok büyük saldırılar bekliyor ki İslamofobi diye bir korku icat ettiler.
İslamofobi’nin ortaya çıkmasında bir çok farklı neden daha var elbette. Ortaya çıkış nedenleri ayrı bir yazı konusu ama bu korku ve nefretin sonuçlarından birisi Charlie Hebdo ve benzeri dergilerin çizimleridir. Ben derginin çizimleri nedeniyle böyle bir saldırıya müstehak olduğunu düşünmüyorum (Kader adalet etti, o ayrı bir bahis). Saldırının son derece yanlış olduğunu şuradan çıkarıyorum:
… Asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Manevî tahribatına karşı set çekmektir. Bununla dâhilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir… (Bediüzzaman Said Nursi’nin Son Dersi’nden)
Asayişi sağlamak sadece Nur talebelerinin değil tüm Müslümanların ortak vazifesidir. Asayişi sağlamayı ve manevi tahribata set çekmeyi yattığımız yerden yapamayacağımız da kesin bir gerçektir. Vaktimiz ne kadar dar, gücümüz ne kadar az olsa da “İttihad-ı İslâm”ı sağladığımızda her şey mümkün.
Bırakalım artık birkaç kendini Müslüman sanan teröristin yaptığı eylemleri dış güçlere bağlamayı. Bırakalım artık “onlar Müslüman değil” gevezeliğini. Bırakalım artık İslâm coğrafyasında büyük oyunlar oynanıyor senaryolarını. Sanki biz Müslümanlar mükemmeliz de Avrupa ve Amerika bizi kötü gösteriyor. Mükemmel olan İslâm, mükemmel olan Peygamberimiz (ASM), mükemmel olan sahabeler. Kirli oyunlar elbette tezgahlanıyor ama sadece Müslümanlar için değil ki. Dünyada zulme uğrayan sadece Müslümanlar mı? Bizlerin en büyük problemi kendimizi mükemmel görmemiz, tıpkı tarihimiz gibi.
Onlar İslâm’ı kötü çiziyorlarsa biz de iyi çizmeliyiz. Kalemimizle çizemiyorsak yaşantımızla… Hutbe-i Şamiye’nin başındaki hadis-i şerifi dikkatli okuyalım. Mealen,
Benim insanlara Cenab-ı Hak tarafından bi’setim ve gelmemim ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır.
- Hilal ile hilalin savaşı - 15 Mart 2019
- İslam’da veganlık - 23 Kasım 2017
- Nur Menzilleri (Batı-2017) - 11 Temmuz 2017