Nurani levhalar

Nurani levhalar

Geçenlerde yine Nur şehrine gittim, ihtiyaçlarımı karşılamak ve hastalıklarım için ilaç almam gerekiyordu.

Daha önceleri de gördüğüm ama bu kadar dikkatimi çekmeyen iki kaleyi daha iyi fark ettim…

Kalelerden birisi beyaz, diğeri ise siyahtı.

Beyaz olanın üzerinde adalet-i mahza, diğerinde ise adalet-i izafiye yazıyordu. Lem’alar mahallesi, on beşinci sokaktaydı bu iki kale.

Beyaz kaledeki ziyaretçiler siyah kaleninkiler kadar yoktu. Ben de biraz hasta olduğum için kalabalık olan kale yerine daha sakin olan beyaz kaleyi yöneldim…

Kalenin iç ve dış her yerinden gözüken elmas, yakut, altın gibi çok değerli taşlardan yazılmış bir yazı vardı:

Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibidir. (Mâide Sûresi 5/32)

Bu kalede küçük büyük farkı yoktu, az çok önemli değildi, kül ve cüz aynıydı.

Bu emrin altına şu açıklama eklenmişti:

Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez.

Bir ferd dahi, umumun selameti için feda edilmez.

Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz.

Küçük büyük için iptal edilmez.

Bir cemaatin selameti için, bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez

Aslında bu kale şehrin ve hatta şehrin bağlı olduğu ülkenin en önemli noktalarından birisiydi. Çok stratejik ve hayati şifreler bu kalede muhafaza ediliyordu.

Kale bizzat emirleri ilk getiren Zat-ı nurani (ASM) tarafından inşa edilmişti. Bu kalenin muhafazası için Ashab-ı Kiram (RA) çok emek sarf etmişti.

En önemli muhafızlarından birisi de Hz. Ali (RA) isminde bir kahramandı.

Kelam-ı kadimin en mühim esaslarından biri olan bu kalenin düşmemesi için tarih boyunca çok kanlar akmıştı.

Maalesef asırlar boyunca bu kale bakımsız kalmıştı. Ta ki asr-ı ahirdeki en büyük tamirci gelip yeniden inşa edinceye kadar.

Beklenen ustaya kadar şehir enerji kaynağı olarak bu beyaz kale yerine, siyah kaleyi tercih etmişti.

Adalet-i izafiye adındaki siyah kaleden üretilen enerjinin çok ciddi yan etkileri vardı. Bütün ülkelerdeki insanların hastalıklarının ekserisi bu yan etkilerden mütevellit idi.

Burada;

Küllün selameti için, cüz feda edilir. Cemaat için, ferdin hakkı nazara alınmaz.

Ehvenü’ş-şer diye bir nevi nisbî adalet uygulanmaya çalışılır.

Bu eksik adaletin su-i istimalatı ile çok zulümler yapılmış, kanlar akmış, ruhlar saptırılmış, kalpler bozulmuş, akıllar divane olmuştur.

İman muhafızı, kahraman-ı İslam Hz. Ali (RA)  hilafet-i İslamiyeyi, Kur’an medeniyetini beyaz kaledeki esaslar üzerine bina etmek gayesi ile cihad etmişti.

Mukabilleri ve muarızları ise beyaz kaledeki esaslar yerine siyah kaledeki esaslar üzerine bir sistem kurmak istemişlerdi.

Meşiet-i ilahinin hikmetidir ki, zahiren kaybeden Hz. Ali (RA) olmuştu.

Evlad-ı muhteremi olan Hz. Hasan (RA) ise çok daha fazla mümin kanı akmasın diye hakkından feragat etmişti.

Haber verildiği gibi hilafet otuzuncu yılında hîtama erip ısırıcı saltanat dönemi başlamıştı.

Asırlar asırları takip etmiş, her asırda Ehl-i Beytten gelen iman muhafızları dar alanda da olsa beyaz kalenin esaslarını muhafaza ettiler.

Kalplerinde taşıdıkları o nüveyi muhtaçlara ulaştırıp bir sonraki asrın sahibine teslim edebilmek için cihad ettiler.

Tâ ki asırlar sonra gelmesi beklenen en büyük iman muhafızı, müceddidi, müçtehidi, kutb-u azamı gelinceye kadar.

Sahibbüzzaman olan o zat-ı mübarek:

İslam’iyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan muhit bir kalenin tamiri için…

Bin seneden beri tedarik ve tekarüm edilen müfsid aletler ile dehşetli rahlenen kalb-i umumiyi, efkar-ı ammeyi, vicdan-ı umumiyi yeniden tedavi için…

Kur’an medeniyetinin yeniden inşası için…

Vaâd olunan nurun tamamlanması için…

Fecr-i sadıkla sulh-u umuminin tesisi için…

İkinci bir Asr-ı Saadet için…

Az, zayıf, fakir ve kuvvetsiz olan, ancak ihsan-ı ilahi ile tavzif edilen bir avuç kahramanla başlamış cihad-ı maneviye…

Adalet-i mahza kalesindeki levhaları okuyup mazi ve haldeki gayretleri öğrenince, istikbale dair vazifeleri fark ettikçe ağrılarım azalmaya başladı.

Anladım ki sevk-i ilahi olarak buraya yönlendirildim. Ve anladım ki şifa bu kaledeki levhalarda.

Levhaları okumaya devam ederken bir kapı açıldı. Mektubat mahallesi, 22. Cadde, 1., 2., 3.,  ve 4. sokak levhlarıına doğru işaret edilmişti.

Devam ettim merakla.

Mahallenin girişinde “Adavet hastalığının tedavi merkezi” diye yazıyordu.

Girişteki levhada ise şu ifadeler yer alıyordu:

Nifak ve şikak, kin ve adavet hastalıklarına sebep olan tarafgirlik, inad ve hased virüslerinden korunun.

Birinci sokaktaki hoparlörden insanın iliklerini titreten davudi bir ses duyuldu:

Ey mümine kin ve adavet besleyen insafsız adam!

Bir gemide veya hanede bir cani dokuz masum varken o gemiyi batırmak, o haneyi ihrak etmek zulümdür, bilmez misin?

Ve dahi dokuz cani bir tek masum olsa bile hiçbir kanunu-u adaletle batırılamaz, ihrak edilemez.

Ne olduğunu anlamaya dahi fırsat bulamadan yüreğime bir sıcaklık peyda oldu. Sanki donmuş duygularım teker teker çözülüyor ağrılarım daha da hafifliyordu.

O davudi ses nefsimi parçalarcasına haykırarak devam etti:

Rabbinin hanesi, ilahi bir gemi hükmünde olan bir müminin vücudunda iman ve İslamiyet ve komşuluk gibi dokuz değil belki yirmi masum sıfat varken, sana göre muzır olan ve hoşuna gitmeyen cani bir sıfat yüzünden o mümine karşı kin ve adavet bağlamak, ilahi gemi ve Rabbinin hanesini tahrip ve batmasına teşebbüs etmen veya bunu arzu etmen şeni’ ve gaddar bir zulümdür!

Ayaklarım titremeye başladı, sanki kanım çekiliyordu.

O an anladım ki ben adavet hastalığına yakalanmışım. Levhaları okuma devam ettikçe sanki yeniden doğuyor, ruhum kuvvet buluyordu.

Tam aklım başıma geliyordu ki nefsimin itirazları ve onlara karşı parlayan levhalar bir birini takip etti.

Nefsim: Senin adavet ettiğin adam fena birisi, çok zararlı…

Nurani levha: Zahiren leim bile olsa iman cihetinde kerimdir.

Nefsim: O adamın sevilecek bir yönü yok, zarar veriyor.

Nurani levha: Mümin kardeşini sever ve sevmeli. Fenalığı için yalnız acır, lütufla ıslahına çalışır.

Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe’nidir.

Nefsim: Sen benim için değil hizmet için adavet ediyorsun. Niyetin halis hizmete zarar gelmesin diye böylesin. Adavetin den mes’ul değilsin.

Nurani levha: Sakın sakın münâkaşa etmeyiniz; câsus kulaklar istifâde ederler.

Haklı olsa, haksız olsa, bu hâlimizde münâkaşa eden haksızdır.

Bir dirhem hakkı varsa münâkaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir.

Nefsim: Bu dava senin namusun, hayatın değil mi? En önemli vazifen nurların ilan ve neşri değil mi? Hizmeti koruyup kollaman lazım!

Nurani levha: Bu hizmet-i kudsiyenin kerameti üç nevidir:

Birincisi: O hizmeti ihzar etmek hadimlerini o hizmete sevk etmek.

İkincisi: Manileri bertaraf etmek ve muzırların şerrini def’edip, onları tokatlamak.

Üçüncüsü: Hizmette hâlisen çalışanlara fütur geldiği vakit şefkatli tokat yerler, intibaha gelerek yine o hizmete girerler.

Vazifeni yap vazife-i ilahiye ye karışma.

Ehl-i dalalet nurun elmas kılıçları hükmünde olan iman hakikatlerine mukabele edemedikleri için şakirtleri arasında bir mübayenet, müzaheme atmak ister.

Nefsimin dayanacak mecali kalmadı. Nurani levhalar kalbimi ve ruhumu aydınlattı. Nurani bir nazarla müteveccih olduğum levhalar daha parlak daha okunaklı ve anlaşılır olmaya başladı.

Üçüncü sokakta adalet-i mahza sarayında açılan kapıdaki levhayı gördüm. Diğerlerine göre çok daha parlaktı ve sarayı tahattur ettirdi:

Adalet-i mahzayı ifade eden “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En’âm 6/164)” sırrına göre bir müminde bulunan cani bir sıfat yüzünden sair masum sıfatlarını mahkum etmek hükmünde olan adavet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu ve bahusus o mü’mine fena bir sıfatından darılıp küsüp, o mü’minin akrabasına adavetini teşmil etmek “insan şüphesiz ki çok zalimdir. (İbrahim 14/34)” siga-i mübalağa ile gayet azim bir zulüm ettiğini, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslamiye sana ihtar ettiği halde; nasıl kendini haklı bulursun, “benim hakkım var” dersin?

Tekrar saraya döndüm ve anladım ki;

Kur’an medeniyetinin yeniden inşası için, insanın iman merkezli inşası lazım…

Küçük dairedeki kalbin ıslahından sonra büyük dairenin sulhu mümkündür…

Zulüm ve zulümatlı olan adalet-i izafiye kalesindeki felsefi esaslar yerine, nur ve nuraniyetli adalet-i mahza kalesindeki Kur’an esaslarını tahkim etmem lazım hayatımda…

Ve dahi ilk iş, kâfirdir diyemediğimin herkesi sevmek, muhabbet etmek, onlara karşı adavet zehrini kalbimde istimal etmemek.

Zira “Lâilahe illallah” diyen hiç kimseye kâfir diyemeyeceğime göre herkese muhabbet başka yol yok…

Kaleden çıkarken etrafıma şöyle bir baktım.

Nurani levhaların etkisiyle her şey farklı gözükmeye başladı.

Anladım ki elimdeki dürbünü ters tutuyormuşum.

Kendi kusurlarımı büyük, kardeşimin kusurlarını küçük görmeye başladım.

En tepede ve her yerden gözüken bir levhayı fark ettim…

Hüsn-ü zan mümkün oldukça su-i zan etme…

Su-i zan eden su-i zanna maruz kalır…

Nefsim yine başını kaldırır gibi oldu.

Bir şey diyemedi ama biliyordum ki şehirden çıktıktan sonra yine saldırıya geçecek ve beni cennet-i âladan uzaklaştırmak için şeytanın vartalarına yuvarlandırmaya gayret edecekti.

Bu halette şehirden çıkarken şöyle bir geriye döndüm…

Lem’alar mahallesinin 28. caddesi, 16. sokağının levhası uzaktan parlıyordu:

Kardeşlerimden ricâ ederim ki:

sıkıntı veya ruh darlığından

veya titizlikten

veya nefifs ve şeytanın desîselerine kapılmaktan

ve şuursuzluktan arkadaşlardan sudûr eden eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler

ve “haysiyetime dokundu” demesinler.

 Ben, o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın.

Bin haysiyetim olsa, kardeşlerimin mâbeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.

Bu ziyaret neticesi hastalığım hafifleyip aklım başıma gelince anladım ki;

Asırlardır beklenen tamircinin tecdidi ve inşasındaki vazifem tesanüd harcını karmak…

O zat-ı mübareğin cihad-ı manevisindeki vazifem kardeşimi kayıtsız şartsız sevmek…

İmanla kabre girmek ve amel defterimin açık kalması için Nurun şahs-ı manevi havuzunda erimek…

Hem teşhis hem tedavi hükmünde bir rapor verdiler.

Aynı zamanda bir reçetedir dediler. Akıl ve kalp midesinde dikkatle mütalaadan sonra hayatında tatbik et dediler.

İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin birtek seyyiesiyle bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, o mü’mine adavet ederler.

Halbuki Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler.

Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazen birtek hasene ile çok seyyiâtını örter.

Demek bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında muamele gerektir.

Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır.

Belki kıymettar bir tek hasene ile çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır.

Halbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenâtını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, günahlara girer.

Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göstermez.

Öyle de insan, garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenâtı örter, unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesat âleti olur.

….

Evet, siyah bir gözlüğü takan adam her şeyi siyah ve çirkin görür.

Kezalik basiret gözü de nifakla perdelenirse ve kalb küfürle peçelenirse, bütün eşya çirkin ve kötü görünür.

Ve bütün insanlara, belki kainata karşı bir buğz ve bir adavete sebep olur.

Hem de küçük bir dişlinin kırılmasıyla büyük bir makine müteessir olduğu gibi, bir şahsın nifakıyla heyet-i beşeriyenin intizamı müteessir olur.

Zira adalet, intizam, İslamiyet ve itaatle olur.

Maalesef onların serptikleri zehirler tabakadan tabakaya intikal ede ede bu zillet ve sefaleti ismar etmiştir.

Ahir ömre kadar bu şuuru muhafaza edip yaşayabilmek duasıyla…

İsmail Kartal
Latest posts by İsmail Kartal (see all)
Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.