Ontolojik acziyet

Ontolojik acziyet

Yaşlı bir fare yine bir gün varlığını sorguluyordu göbeğinin üzerinde “Kul huvallah” suresini okuyan milyonlarca atomlara… Bazen vücudundaki ve kainattaki tüm kuarklardan helallik diliyordu…

Dalga mı geçiyorsun bunak fare? İyice kafayı yemişsin…

Dalga geçen bir halim var mı yaşlı fare?

Fare inanmamıştı ona, inatçı bir fareydi o, inanmazdı hemen… İlla görecekti minicik gözleriyle… Al işte dedi yaşlı fare gözlerindeki kuarklar bile “Kul huvallah” diyor.

Görmüyor musun? Görmesen de hissetmiyor musun? “Görmüyorum” dedi fare inatçı bir tavırla… Hem sanane benim gözlerimdeki kuarkların saçma sapan ibadetinden… Sen kendi  işine bak… Bana ne ilişiyorsun?

Fare uzaklaşmıştı bunun üzerine…

Ne söylemişti yaşlı fare öyle?

Ne kuarkı,  ne atomu ne duası?

Deli mi ne? Kesin deli deli… Hastaneye kaldırırlar herhalde dedi içinden. Hep içinden konuşurdu. Münazara yapardı içinde saatlerce hep ama neye yarardı.

Biraz okusun araştırma yapsın şu tembel Müslüman fareler. Batı’daki bilim fareleri öyle mi hiç… Hep bu geri kafalılığınız, dedi.

Din resmen gözünü kapamış bunların.

Yüzlerce yıl öncesinin lakırdısını yapıyor hala diyerek küçümsemişti yine o kendi kafasında oluşturup gerici sandığı Müslüman fareleri…

Yeter sizin gibi farelerden bıktım artık…

İşiniz gücünüz süslü cümlelerle farelerin beynini uyuşturup kendi tarafına çekmek? Sonra da kendi dininizi dikte edin…  Bak Mavi ülkeye, Suriyeli çapulcu farelere vatandaşlık veriyor… Çapulcu fareyle doldu her yer.

Hep bunlar oy için… Hep oy… Siz kendinizi dindar diyorsunuz ama işiniz gücünüz tüm fareleri geriletmek… İleride Mavi ülke o “korkunç” şeriati geçirecek.

Bu arada elindeki çay bardağına bakıyordu. Şöyle diyordu bardağa:

Bana bir de kuarklardan atomlardan bahsediyor…

Bardak gülümsedi aslında çünkü o da Müslüman bir bardaktı.

“Deli bunlar, deli” dedi. “Vallahi bak!” diye diğer bir bardağa fısıldayarak.

Ölümlerine çok az kalmıştı bu farelerin… Ölümden de korkuyorlardı hani… Yokluğa inanıyorlardı çünkü… Zaten çok sevdiği 5 yaşındaki kızını kaybetmişti.  Yok olmuştu. Zaten o zaman nefret etmişti Tanrı’dan. Nasıl olurdu da kaybederdi biricik güzeller güzeli prenses kızını. Farelerin de prensesi vardı. Sadece insanlarda mı var sanıyorsunuz?

Ah şu insanlar… İki ayaklı ego gibiler…

Neyse, ne diyorduk? He varlıktan bahsediyoruz, özür dilerim.

Fare’nin aklı bir türlü almıyordu. Nasıl olurdu da Tanrı izin verirdi bu kadar kötülüğe? Neden yaratmıştı fareleri?

Bu genç yaşında kanser hastası mı olunurdu? Ya savaşta hem annesini kaybeden masum evlatlar…

Cinsel tacize uğrayan minicik yavrunun ne günahı vardı?

Fareleri anlama okulunda çok sevdiği matematik hocası şöyle demişti: Sadece insanlar mı okula gidiyor sandınız? Ah siz ne enaniyetlisiniz…

(Sadece siz varsınız dimi kainatta… Sonsuz kainat sadece sizin kötülükleriniz için vardı sanki.) Farelerin de hayatları vardı ama nedense insanlar bunu kabul etmiyordu.

Sinir oluyorum şu kendini dindar zannedip masumları öldürenlerden.  Ahlak değil miydi sizin peygamberinizin en önemli özelliği?

Siz de güya ona benzeyeceksiniz? Bunlar hep geri kafalılığınızdan…

Neyse, ne demiştik? Yine araya bir sürü şey sokmuşsun. Bıktım bu huyundan zaten, yaşlandın, zayıf algılıyorsun her şeyi. Bunaklık var sende, bunaklık…

Fareleri anlama okulunda, yaşlı fare gençliğinin baharındayken matematik dersinde hoca şöyle demişti:

Ben doğduğumdan beri Müslüman ülkelerde hep savaş var. Ben Tanrı olsaydım hicab (utanç) duyardım bu durumdan…

Yaşlı fare o günden beri Tanrıdan nefret ediyordu. Kabul eder gibi oluyordu bazen çünkü hem ahlaklı hem dindar insanlardan da vardı. Hepsi saf gibi inanmıyorlardı hani.

Evet öyleleri de vardı… Hem ahlaklı olup hem dindar olan, dini kitapları hatmeden…

Nietzsche haklı değil miydi? Ne demişti o:

Ben övülmek isteyen bir Tanrıya inanmam.” Yalvarmak ve duanın kendi ihtiyacı olduğunu unutarak…

Ama onlar da bir türlü birleşemiyorlardı. Mesela 5-6 ay önce işine 20 yılını veren ahlaklı mı ahlaklı bir fareyi işinden etmişlerdi. Eşi pembe fare nasıl üzülmüştü… Ah ah… Ne için? Ego için… Enaniyet yutmuştu onları ve söz işlemiyordu artık.

Bu fareler birlikten bahsederler ama neredeyse hiç birlik de olamamışlardı.

Kısacası din bana göre değil… Bu kadar kötülük varken fareler telefonlarındaki oyunlarla oynayıp mutlu oluyorlardı… Ve oturup bilim ve sanatın gelişmesini bekliyorlardı tembelce. Ülkelerinde laboratuvar ve kütüphane bile yoktu doğru düzgün. Ama Batı’da öyle miydi?

Nasıl bir mutluluksa… Dedim size enaniyet sarmıştı onların içini. Her bir kuarkı enaniyet kokuyordu sanki…

Ülkelerini ve atalarını daima küçümserlerdi… Hep şikayet ederlerdi çünkü Siyah ülke mükemmel, oralar tertemiz, böyle değil. Siyah ülkenin fareleri müthiş iyiydi. Selam vermeleri de bir kibardı onların… Oysa kendi ülkelerindeki ahlaklı, saf temiz onca fare vardı. Ama işte onlar köylü ve şiveleri de bir tuhaftı.

Yine çok konuştun fare. Sus bi artık. Başımı ağrıttın.

İşte yaşlı fare bu sebeplerden dolayı dinlere inanmıyordu.

Din nedir?

Ona göre araştırmayan farelerin inandığı afyon gibiydi.

Hayatında hiç afyon da görmemişti ya neyse…

Daha komik olan ne biliyor musun fare?

Dünyada açlıktan ölen Beyaz ülkelere yardım bile etmiyorlardı… Bir de dinden bahsediyorsunuz bana.  Gidin Allah aşkına.

Şu trajediye inanabilir misin?

Farelerin kuru topraktan su çıkaracak parası yokken, Mars’ta su aramaya paraları vardı… Tanrı nasıl izin verirdi buna. Bir de merhametli diyordunuz ona.

Bu ne trajedi…

İnançlı farelersiniz güya…

Fare uzaklaşmıştı.

Aslında biraz kafası da karışıktı.

Nasıl tesadüf olabilirdi bunca şey?

Mesela kedi fare yiyince memelerinden Süt akıyordu?

Bu imkansız değil miydi?

Yani arkasında bir tasarım olması lazım değil miydi?

Ama hayır hayır öyle olamazdı. Fare Hawking öyle mi demişti?

Olamazdı…

O haklıydı her zaman, bu deli fareler mi bilecekti, bunlar sadece kendini yesin dursun.

Şu bir türlü birleşemeyen Müslümanlar mı haklı olacaktı…

Hayır hayır olamazdı… Bilim adamları araştırıyor, onlar biliyor en iyisini… Bize ancak onları dinlemek düşer. Onlara övgü gönderen özel tesbihlerimiz var bizim.

Müslümanların kendilerine bile faydası yoktu…

Hatta bir Müslüman “Allahuekber” diye bağırıyordu, karşısındaki de “Allahuekber” diye ölüyordu. Bu ne korkunç bir şey. Bir de iman et diyorsun bana.

Bu ne tezattı canım…

Ama farenin içinde yine bir merak vardı. Çünkü fareleri anlama okulunda hem dindar hem de kendini geliştirmiş profesörler de vardı.

Sadece sizin mi okullarınız var sanıyorsunuz? Ah, iki ayaklı egolar!

Bir tek şu karıştırıyordu kafasını… Yani hem ahlaklı hem dindar hem de ilim sahibi insanlar vardı.  Diğer insanlara benzemeyen. İçinde bir his gelmişti yani merak ediyordu bu insanları. Hem o insanlar araştırıyorlardı. Bizden bile daha çok araştırıyorlardı.

Kafasını kurcalayan bu konuyu bilge fareye açmıştı. Bilge fare doğuda dünyaya gelen çok bilgeydi. Hatta ona şu dindar kesimler üstad fare diyorlardı.

Kafam çok karışık dedi üstad fareye, dünyada bu kadar kötülük varken ben bir türlü teslim olamıyorum sizin gibi… Çünkü o televizyonlara çıkan diğer fareler gibi inanmıyordu. Çok severdi üstad fareyi o.  Aylardır içinde bing bangler patlıyordu. Parçaları ta kainattaki atomlara yayılmıştı. Hatta esir maddesine kadar gidiyordu parçaları.

Ne olur cevap ver!” dedi yaşlı fare, “İnsanlık neden yaratıldı?

Allah var ederken bana sormamıştı ve binlerce acıya boğdu beni… Yoruldum artık sürekli savaş ve kaos. Bunun neresi güzel?

En azından bir soramaz mıydı? Onun adaletine bu daha çok yakışmaz mıydı? Küçük çocuklara bile seçme hakkı verilir. Onun yüceliğine bu daha çok yakışmaz mıydı?

İnan kafamın karışıklığından soruyorum üstad fare. Sen farklısın onlardan çünkü ne olur cevap ver, kovma beni geri çevirme ne olur” dedi.

Dayanamıyorum bilge fare, dayanamıyorum!”

Tanrı beni neden yokluğun o sessiz uykusundan uyandırdı?

Ve bunca acıyı neden yaratıyordu? Bize sormadı yaratırken…

Bilgi fare arkasına yaslandı, biraz bekledi, pat diye cevap vermek istemedi. Eksik ve yanlış bir şey söylerse kaybedebilirdi yaşlı fareyi. Yaşlı özünde iyiydi çünkü… Üstad da severdi onu.

Üstad fare bir nefes aldı ve şöyle dedi.

Sen zaten yoktun yaşlı fare, sana nasıl sorsundu? Olmayan bir şeye nasıl soru sorsun? Seni zaten var eden o.

Bu sırada Müslüman farelerin Müslüman fareleri öldürdüğü helikopterler geçmeye devam ediyordu, o muazzam gökyüzünden…

Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.