Oruç mu, açlık mı?

Oruç mu, açlık mı?

Aslında ayetler ve hadislerden ramazan ve oruçla ilgili çok şey söylenebilir.

Veya “ah eski ramazanlar” diye bir girizgâh da yapılabilir.

Ne dersek diyelim, istediğimiz kadar fazilet ve hikmetlerini anlatalım.

Ramazan ve orucun, şahsi ve sosyal hayatımızda ki bid’alarla tahrif olmuş, emr-i ilahinden uzaklaşmış ve maalesef gelenek ve göreneklerimizle yozlaşmış durumda olduğu gerçeği hepimizin bildiği ve yaşadığı bir gerçek.

Toplum olarak artık mazeretsiz oruç tutmamayı kanıksadık. Artık mahalle ve şehirlerimizde ramazan hissedilmiyor, fark edilmiyor.

Ağzına ve midesine oruç tutturabilenler olarak kulaklarımıza, gözlerimize, dillerimize hulasa bütün duygu ve latifelerimize oruç tutturamıyoruz.

Çocuklarımız, gençlerimiz, fakirlerimiz, zenginlerimiz yani şehrimiz ve ülkemiz, hepimiz Ramazan ayının geldiğini fuarlardan, şenliklerden, televizyon programlarından, mahyalardan ve gereksiz tartışmalardan fark edebilir hale geldik.

Ramazan ayındaki iftarlar, fakirlerin doyurulmasına değil zenginlerin gösterişlerine dönüştü.

Gelenek ve görenek belası ile mükellef iftar sofralarını arar olduk. İmkanımız olmadığı için kimseleri iftara davet edemez olduk. Davet edildiğimiz sofralara mukabele edememe korkusu ile icabet etmez olduk.

Sahurla iftar arasındaki oruçlarımızı zayıflama niyetiyle 17 saatlik açlık diyetlerine çevirdik.

Mükellef sahur ve iftar sofralarındaki çok çeşitli menülerle ne açlığı, ne aç olanları fark edemedik. Ne nimeti ve ne de nimeti vereni hatırlamaz olduk.

Tıka basa doldurduğumuz midelerimizin ağırlığı ile akşam namazlarını kaçırır, teravihlere gidemez olduk.

Hasbelkader bilerek veya bilmeden iştirak ettiğimiz zayıf menülü bir iftara isabet etmişsek o günkü “açlığımıza” yanar olduk. Yüzümüzü buruşturduk.

Hani bir oruçluya iftar verdiğimizde onun sevabının mislini kendi hasenat defterimize yazdırma şevki?

Hani aç olan, açıkta kalanların halini oruçla fark edip garip gurabaya el uzatma gayreti?

Hani oruçla helalden dahi uzak durup haramdan içtinabın talimi?

Habuki savm, İslamın beş şartından birisi ve semavi bütün dinlerde emredilmiş kadim bir ibadet.

Farz şeairlerden ve hayatın her alanında kendini hissettirmesi gereken bir ibadet.

Ubudiyet dairesinin en mükerrem mahlaku olan insanın, insaniyet arşına çıkabilmesinde mühim ve büyük basamaklardan birisi.

Kur’an ayı olan Ramazan’ın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennemden kurtuluş olduğunu buyuruyor Peygamberimiz (ASM).

Ramazan ayında her bir Kur’an harfine binden otuz bine kadar yükselen bir hasenat bereketi bahşetmiş Rabbimiz.

Ahiretin mezraası olan dünyadaki kendi hayat bahçemize ektiğimiz cennet tohumlarının neşvüneması için Ramazan ve savm çok büyük bir vesile.

Ramazan ayındaki savm ile O’nun Rububiyetini yani rızıklandırmasını, terbiye edişini, hayatı ve hayatın levazımatı olan her şeyin Rabbimizden olduğunu idrak edebilmek için ikram edilmiş bir nimet.

Şahsi hayatımızı ve toplum hayatımızı istikamet üzere tanzim edebileceğimiz, nefsimizi terbiye edip nimetlerin şükrünü layıkıyla eda edebilmek için çok önemli bir fırsat.

“Hakiki ve halis, azametli ve umumi bir şükrün anahtarı” olan Ramazan ayındaki oruçla ilgili Bediüzzaman hazretlerinin Ramazan Risalesi bu vesile ile tekrar mütalaa etmekte fayda var.

Ramazan-ı şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki kendisi malik değil, memlüktür; hür değil abddir.

Ramazan-ı şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat halattan tecerrüd ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’an’ı yeni nazil oluyor gibi okumak ve dinlemek…

Evet Ramazan-ı Şerif bu fani dünyada, fani ömür içinde ve kısa bir hayatta baki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bakiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet bir tek Ramazan seksen sene bir ömür semeratını kazandırabilir.

Ramazan hediyesinin kıymetini idrak edebilmek, her zerre ve her latifeye oruç tutturabilmek, seksen sene ibadet sırrına vasıl olabilmek duasıyla…

İftarlarımızın menüsünü azaltmakla başlayıp herkesi davet etmek ve davete gittiğimiz yerlere menünün sevad-ı azama münasip olmasını talep etmekle başlayabiliriz…

Külli bir niyet ve hadsiz bir itikad ile duamız Hazreti Ömer (RA) tavrı olsun inşallah…

İbn-i Müleyke anlatıyor: Biz Halife Ömer’in yanında sofraya oturmak üzereyken Utbe çıkageldi. Hazret-i Ömer (RA): “Buyur ya Utbe!” diyerek onu sofraya davet etti.  Utbe, hemen diz çökerek sofraya oturdu. Fakat ekmeği kuru ve sert bulmuştu.

“Halife’nin sofrasında ekmek kupkuru ha! Ya Ömer bunun tazesi yok mu?” dedi.

Hazret-i Ömer (ra) kızdı:

“Utbe!” dedi, “Sen taze ekmek peşindesin! Müslümanlar bugün ekmek bulabiliyorlar mı ki Ömer sofrasına tazesini koysun? Ömer sevad-ı azama (halk ekseriyetine) tabidir. Sevad-ı azam (millet ekseriyeti) ne zaman taze ekmek bulur, Ömer o zaman sofrasına taze ekmek koyar!”

Bediüzzaman hazretleri, “Maişetçe neden bu kadar muktesid yaşıyorsun?” diyenlere cevaben, “Ben sevad-ı azama tabi olmak isterim. Sevad-ı azam ise bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye tabi olmak istemem” demişlerdir.

Kur’an’ın nüzulü bereketiyle Ramazan ve oruçlarımız kalplerimizden, şehirlerimizden, ülkelerimiz ve dünyamızdan şirk ve zulmün temizlenmesine, ruh ve cesetlerimiz için yeni bir haşr-i bahari, tevhid ve teslim üzere nefeslerin ilki olup inayetin celbine vesile olsun inşallah…

İsmail Kartal
Latest posts by İsmail Kartal (see all)
Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.