DUYDUKLARINI DÜŞÜNÜYORDU. Bunları hak edecek ne yapmıştı. Karşılığını bir an önce vermeliydi. Düşündükçe hissiyatı alevleniyor, yerinde duramıyordu. Şimdiye kadar susmuş da ne olmuştu? Sineye çekmişti uğradığı haksızlıkları. Sabretmişti ama sabrın da bir sınırı olduğunu duyuyordu bir yerlerden. Artık o da kötülüğün kazandığını düşünüyordu bu dünyada. İyilere yer yoktu artık. İyi de kalmamıştı zaten. İyi atlara binip gitmişlerdi.
Bu duygu ve düşüncelerinin esiri olarak dikilmişti muhatabının karşısına. Ne yapıp edip onu dediklerine pişman etmeliydi. Sadece dediklerine değil dünyaya geldiğine pişmanlık duymalıydı muhatabı. Dediklerinin sorumluluğu büsbütün ona verilip mahkûm edilmeliydi. En ağır cezalara çarptırılmalıydı. Kadermiş, nefismiş, şeytanmış. Bunların hisse sahibi olması mümkün değildi söylenen sözlerde, işlenen kusurlarda. Ortada bir kabahat vardı, bir de kabahatin sahibi. Kendini kusursuz gördüğü için herkesi öyle görmek istemesi en tabii hakkıydı. Güzeller güzeliydi, çirkine tahammülü yoktu. İlimde yed-i tûlâ sahibi bir âlimdi, cehalete tahammül edemezdi. Çelişkisiz bir hayatı vardı, çelişkilere göz yumması imkânsızdı. Mahzâ adaletle hükmettiği için, kişinin sıfatları arasında bir temyiz yapması mümkün değildi. Biri kötüyse, diğerlerinin iyi olmasına imkân yoktu. Hepsi mahkûm olmaya müstahak idi.
Sonunda ok yaydan fırlamış, bir kalbe saplanmıştı. İçinden yanlış yaptığını söyleyen sesi “Ben de insanım” diyerek bastırıyordu, insanlığını bastırdığının farkında olmayarak. Tekemmülünü durduruyordu farkında olmadan. Ya kaybettikleri? Nass-ı hadîsle cennetin belki kenarında, belki ortasında ve belki de en yüksek yerinde bir ev[1]. Az değildi ama o da insandı işte.
[1] Tirmizi, Birr 58.
- Âl-i İmrân suresinin 18. ayetine dair bir not - 9 Mayıs 2022
- Siyasetin gölgesindeki dualar - 5 Mayıs 2022
- Gıptaya dair düşünceler - 28 Mart 2022