İçinde bulunduğumuz yılın ilk çeyreğini tamamlamak üzereyiz. İlk çeyrekteki haberlere biraz göz atalım:
- Afganistan’da 10 yaşındaki üzerine bomba düzeneği kurulu yelek giydirilmiş kız çocuğu bombayı patlatamadan polis çevirme noktasında yakalandı. (Taliban)
- Somali’deki İslamcı militan grup Eş-Şebab internet kullanımını yasakladı. Grubun denetimindeki bölgelerde internet erişimi sağlayan şirketlerin 15 gün içinde hizmetlerine son vermesi, aksi takdirde “din düşmanı” ilan edilecekleri bildirildi.
- Suriye’nin Humus kentinde rejim güçlerinin, iç savaş nedeniyle evlerini terk edenlerin kaldığı Dirar bin el Azvar özel okulunun da hedef aldığı bombalı saldırısı sonucu 17 kişi hayatını kaybetti.
Suriye’de yaşanan bu tarz olayların onlarcasına, dünya genelindeki binlercesine şahit oluyoruz. İslâm dini bu kişilerin/grupların tekelinde elbette değildir ama bu haberleri nasıl biz okuyoruz, Batı dünyası da okuyor. Müslümanlar tarafından öldürülmek ihtimali Batılıları korkutuyor. Müslümanlar tarafından ülkelerinin ele geçirilmesi pek mümkün görünmese de bu zerre kadar olan ihtimal dahi onları korkutuyor. Güçlü bir İslâm devletinden korkuyorlar. Güçlü İslâm ekonomisinden korkuyorlar. İslâm dünyasındaki nükleer enerjiden korkuyorlar. Çevrelerindeki kendi ürünlerinin bitip/bitirilip sadece İslâm dünyasının ürettiği ürünlere muhtaç kalmaktan korkuyorlar.
Amacım Batı’nın, İslâm kaynaklı korkularını saymak değil. Hepimizin bildiği en birinci korkuları, en başta da belirttiğim üzere, Müslümanlar tarafından öldürülmek. Bunun en önemli nedeni de kendilerini Müslüman olarak adlandıran veya öyle olduklarını sanan eli silahlılar, eli bombalılar, eli kanlılar. Tek sebep hak, hukuk gözetmeyen öldürme hastası bu zavallılar mı? Elbette değil, daha birçok psikolojik, sosyolojik etkeni sıralamak da mümkün.
“Müslüman teröristler!” ellerindeki silahları bıraksa, beyaz güvercinler uçursa, barış şarkılarıyla dünyamızı inletse her şey bitecek mi? İslamofobi olarak adlandırılan bu korku sona erecek mi? Birçoğumuzun cevabı hayır. Hatta bu korku ve düşmanlık kıyamete kadar sürer diye düşünenler bile eksik değil hani. Biraz paranoyak yaklaşılırsa eğer “büyük güçler böyle istiyor, Müslümanları çekemiyor” sözleri dahi işitilir. Büyük güçleri, karanlık odaları, ihtiyarları vs. bir kenara bırakalım. Neden Batı bize güvenemez bizimle beraber kardeşçe yaşayamaz buna bakalım.
Dünya üzerindeki bütün (sözde) Müslüman teröristler teslim olsa ve bir daha hiç terör eylemlerinde bulunmasa bile, Batı yine İslam dünyasına düşmanlığını sürdürecekse bunun sorumlusu biz (sözde) iyi Müslümanlarız. Kendimizi hep iyi, kâmil insan olarak görüyoruz. İslâm coğrafyasının geneline baktığımızda ne kadar iyiyiz ki? İslâm dini bizlere:
- (şaka dahi olsa) yalan söylememeyi,
- sözünde durmayı,
- emanete hıyanet etmemeyi,
- ölçü ve teraziyi doğru tartmayı,
- iyilikte bulunmayı, kötülükten uzak durmayı,
- aç gözlülük yapmamayı, cömert olmayı,
- aç olanı doyurmayı,
- anne ve babaya itaat etmeyi, kalplerini kırmamayı,
- güler yüzlü olmayı,
- kusurları af ile karşılamayı,
- hayvanlara karşı bile merhametli olmayı,
- eşini kör düğüm gibi sevmeyi,
- başkalarına iş gördürmemeyi,
Ve daha nicelerini emrediyor. Biz ise sanki Allah ile inatlaşıyor gibi tam tersi istikamette ilerliyoruz. İnandığımız dinin birçok kuralını ya hiç uygulamıyor ya da yarım yamalak uyguluyoruz. Böyle bir durumda kim bize neden güvensin ki! Geçtiğimiz günlerde Danimarka Kraliçesi İslamofobi (İslam korkusu) hakkında şöyle bir açıklama yaptı:
Türkiye’nin bu konuda rol oynamak üzere büyük bir fırsatı olduğuna inanıyorum. Çünkü Türkiye, çok farklı medeniyetleri içeren geniş bir coğrafyaya sahip. Bu medeniyetler sayesinde, insanların birbirlerini daha iyi anlamalarını sağlama potansiyeline sahip.
Ne kadar güzel bir düşünce ama biz birbirimizi iyi anlayabilirsek bunu yapabileceğimizi söylüyor. Bizler farzlara, sünnetlere aykırı hareket ederek nasıl güzel ahlaklı, güvenilir olabiliriz ki? Nasıl birbirimizi daha iyi anlayabiliriz ki? Eskiden, Allah’ın insanları hidayete erdirmesi meselesini anlamazdım, lakin şimdi çok iyi anlıyorum. Bizler İslâm’ı Batı’ya yaşanması imkânsızmış gibi yansıtıyoruz. Bu kadar olumsuzluğa rağmen birileri dinini değiştirip İslâm’la şerefleniyorsa bu perdesiz, doğrudan doğruya Allah’ın hidayete erdirmesidir ancak.
Batı bizi sevmiyor ve onlarca yıl daha bizi sevmeyecek, hatta bizden korkacak gibi. Üzerimize büyük bir yük biniyor ve karamsarlığa kapılıyoruz. Haydi, atalım üzerimizden tüm bu sıkıntılı yükleri. Allah’ın rahmetinden hiçbir zaman ümit kesmeyen Bediüzzaman Said Nursi’nin bizlere bildirdiği gibi “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır.” Bu müjdeyi gerçekleştirecekler için şimdi tevbe zamanı. İşlenilen tüm günahlardan istiğfar etme, pişman olma, af dileme vakti. Hiçbir şey için geç değil, çünkü ölüm mugayyebat-ı hamsedendir. Temizlenelim ve tüm dünyadaki İslâmofobiyi yıkalım inşaallah. Hepimizin başına bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı açılmış. Yeter ki hakkıyla dâvâmıza sahip çıkalım. Allah her daim bizimledir, vesselam.
- Hilal ile hilalin savaşı - 15 Mart 2019
- İslam’da veganlık - 23 Kasım 2017
- Nur Menzilleri (Batı-2017) - 11 Temmuz 2017