Ah şu perdeler…
Esma-i ilahinin tecellilerini okumaya, işitmeye, görmeye engel perdeler…
Asıllara ulaşmaya mani olan gölgeli perdeler…
Hakikate vasıl olmaya mani olan tarafgir perdeler…
Huzura, duaya, şuurlu acziyete, yakine ket vuran günahlı perdeler…
İstiazeyi, istiğfarı, tövbeyi tehir eden vehimli vesveseli perdeler…
Enfüse, vicdana, nazar-ı tefekküre mani olan afaki perdeler…
Tesanüdün, uhuvvetin tesisine engel olan su-i zanlı perdeler…
İhlasın tesisine, kazanılmasına, muhafazasına mani olan riyalı perdeler…
Şevkin, gayretin, himmetin coşmasına engel olan itimatsız perdeler…
Asıldaki esas mizanı kaybedince esas zannolunan perdeler…
Ahiret için verilen hubb-u cah duygusunu alabora eden hodendiş, hodgam, şöhretli perdeler…
Feyze kabil ayine-i camia, ahsen-i takvim hakikatini unutturan isyanlı perdeler…
Muhafaza-i imandan korkup, kesafetinden ürküp imtizac etmek için girdiğin nehr-i nurda erimeye mani olan buzlu perdeler…
Tevhid ve celalin tard ettiği perdeler…
İzzet ve azametin iktiza ettiği perdeler…
İmtihanın adı ve yansıması olan perdeler..
Belkide meçhul dakikalardan ibaret ömür sermayesindeki mal ve mamelekin adıdır bu perdeler…
Birinden kurtulsan diğeri sarar etrafını…
Birini yırtsan diğeri kalınlaşır, haberin olmadan sessizce…
Hakikat yolunda yürürken ve sebatla kaim olma duasında ızdırar boyutunu temaşa ederken, alemini bürüyen senler ve bizlerden oluşan acabalar, şüpheler…
Sabır gerek, rabıta-i mevt gerek, gaye gerek, ufuk-u âlâ gerek selametle yürümek için…
Aldırmadan gıybet ve iftiralara, takılmadan perdelere, farkında olarak imtihan hakikatinin…
Cemalî tecellilerin tefriki için iktiza etmektedir belki Celalî tecelliler…
Bütün bunlar “halk-ı şer şer değil, kisb-i şer şerdir” hakikatinin vuzuhu içindir belki kim bilir…
Rızasını aradığımız Razık’ımızın rızası bu perdelerde münderiçdir belki bak hele…
Öyleyse razı olunmalı ondan gelene.
Hamd ve şükürle mukabele etmeli her hale…
Sen istikamette kal, gayret et, dua et neticeyi Rahman olana havale et demeli nefse…
Kapılmamalı düşmanın tuzağı olan öfke, hiddet ve gıybete…
Nerden geldim, niye geldim, nereye gidiyorum sual-i müşkülünü derhatır et her daim..
Kim bilir temizleniyorsundur belki sekerat öncesi ey nefs-i lain…
Her ne olursa olsun feragat sana, fedakarlık sana, ayıp sana, kusur sana bilmez misin?
Yoksa daha bu dünyada cennet nimetlerini yemek mi istersin?
Fahr-i alem, ferd-i kevn-i zaman huzur bulmuş mu ki bu kesif dünyadan?
Her daim arzu etmiş ebed diyarlarını seyrettiği mele-i âlâdan…
Taif’liler kanatırken mübarek bedeni, üzerken o server-i ser bülendi…
Cibril, iste indireyim bu dağı yerle yeksan edeyim bu kavmi..
Cevap belli, bilmiyorlar, “dur!”.
Gelir arkamdan inanan onların nesli…
Be hey gafil azıcık etini yiyenlermi üzüp kederlendirdi seni…
Hizmet-i iman içindeki lezzet yeter her derde kedere.
Sen yeter ki durma hak için, hak yolunda hiç durmadan ilerle.
İnandık iman ettik vaad edilen nur tamamlanacak nurla…
Bu dava erlerli bizzat istihdam edilir yezdan olanın lütfuyla…
Takdir-i Hüda kuvve-i bazu ile dönmez.
Bir şem’a ki mevla yaka üflemekle sönmez.