Sıradan bir gün…

Sıradan bir gün…

Çok sıradan bir güne başladım yine bugün.. Sabah uyandığımda düşündüğüm ilk şey kalkmanın ne kadar zor olduğuydu. Sonra gözlerim kapalı yüzümü yıkamaya gittim, doğal olarak ezberlediğim koridordan geçip sol tarafımdaki tuşa bastım. Aynada kendimi görmek için sıcak suyu kapayıp soğuk olanı açmam gerektiğini düşünmem birkaç saniyemi ya aldı ya almadı. Suyun aktığını fark etmem için ayrıca bir gayret gerekmedi hiç.

Sonra döndüm, tekrar geri yatmak için ne kadar çok isteğim varsa hazırlanıp işe gitmem için bir o kadar çok sebebim vardı. Yatağın hemen yanındaki dolaptan ne giyineceğime karar vermem bir iki dakikamı aldı. Kıyafetim olmadığını düşünmek, aklımın ucundan geçmedi.

Ütünün fişini taktım, her gün ütülenmesi gereken bu kadar çok şey olması, üstelik akşamında hepsinin aynı duruma dönmesi gerçeğini görmezden gelmek zor olmadı.

Çantamdaki her şey de tamamdı. Ne eksik olabilirdi ki işte, anahtarım, kimliğim, cüzdanım. Hani birkaç gün eve uğramasam da idare edebilecek kadar çok şey yanımdaydı.

Uzun bir yolu yürümem gerektiğini düşünmeden çıktım sabah yine yola. Yaşlandıkça yolların mesafesi kısalsa da bana ne kadar uzun geldiğini düşündüm bir an. Henüz çok yaşlanmamışken bile gençliğim diye cümle kurmaya başlamam normal herhalde dedim. Kim benim yaşımda bunu söylememiş olabilir ki?

Sonra telefonum çaldı. Yıllar önce bir telefon alabilmek için verdiğim mücadeleyi unutarak açtım telefonu. Yarım saat sonra olacağım iş yeri için gün daha hızlı başlamış olmalı ki daha yolun başında iş konuşmaya başladım. İşsiz kalmayı bilmediğimden belki bir an çok çalıştığımı düşündüm. Bana uzun gelen o yolu yokuş aşağı inerken geçen yıl kayıp düştüğüm yere basıp geçtim. Şimdi kolaydı çünkü geçmek!

Akşama kadar telefonda arayan herkese cevap verdim. Kanser olanı da duydum gün içinde, eşini aldatanı da. Çocuğu olmayan da var gelenlerin arasında, çocuğundan şikayet edip kurtulmaya çalışan da. Zenginliğine doymayan ile yiyecek bulmakta zorlanan iki kişi yan yana oturdu birbirlerinden habersiz. Hiç şaşırmadım.

Gelenleri kapıda karşılamak da zor gelmediğinden ayaktaydım bütün gün. Konuşabildiğim ve de ayakta durabildiğim için şanslı hissetmedim kendimi. Bir ara ayakta duramadığımı, günde 14 ilaç aldığımı unuttuğumdan rahattım.

Telefonda konuştuğum arkadaşa akşam kesin eve geleceğimi söyledim. İstediğin bir şey varsa alabilirim dedim. Nasıl olsa evden işe gitmem en fazla kırk dakika. En kötü ihtimalle bir saat sonra oradaydım.

Eve gittim. Her zamanki gibi akşam yorgunluğu ile altı katı çıkmanın ne kadar zor olduğundan dem vurdum içeri girince. Yeni demlenmiş çaydan bir bardak alıp boğaz manzaralı masaya oturdum. Sahi dünyada tek olma özelliği vardı değil mi buranın? Hani çağ atlatmıştı Fatih Sultan bu şehir için, hani türbesi şu camdan bakınca görünen camiinin yanında olan Sultan Fatih…

Sonra odama geçtim. Bir günün daha boşa gittiğini düşünerek günün yorgunluğu ile bir an önce uyumaktı niyetim. Her şeyin olması gerektiği gibi bir gün olmuş ve bitmesi gerektiği şekilde bitmişti. Bugün başıma “olağandışı” hiçbir şey gelmedi. Gün; yaşanması “kolay” olduğu kadar “kolay”, sıradan olması gerektiği kadar sıradandı. Yarın, sonraki gün ve bir sonraki gün değişecek hiçbir şey olmayacağına kanaatim de tamdı.. Her şeyi tıpkı bugünkü gibi yapacaktım işte!

Sonra aynı gün sıradan bir okuma anında sıradan olmayan iki cümle bütün günümün anlamını değiştirdi!

Herhangi bir şey için, Allah’ın dilemesi dışında: “Ben yarın onu yapacağım” deme. Kehf, 18/23.
Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz. Tekvir, 81/29.

Belgin Çakır
Latest posts by Belgin Çakır (see all)
Share

One thought on “Sıradan bir gün…

  1. Bu yazıyı, sonunun gerçekten nasıl biteceğini merak ederek okudum. Evet, olabilecek en güzel ve en etkili sözlerle ”Allah kelamı” ile bitirmeniz çok güzel idi. Tebrik ederim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.