Aziz Üstadım;
Ben sana 56 yıl sonrasından yazan yirmili yaşlarda bir gencim. Zifiri karanlıklardan, gafletli gecelerden, günah dolu günlerden yazıyorum. Yazmaya niyet ettim çok şükür sükuttaki kelimelerim kâğıda dökülerek fiiliyata geçti. Her geçen gün zatına hayran olduğum aziz Üstadım, kalem kelama kadir olmak ister.
Okuduklarımızdan dinlediklerimizden daha fazlasıydın Aziz Üstadım. Yaşadığın dönemin zorluklarını okudukça bir taş oturuyor sanki içime. Çektiğin eziyetleri düşündükçe gözlerime yaşlar doluyor. Divan-ı harp meydanlarında senin cevval tavrını hayal ettikçe dişlerimi sıkıyorum. Ne yapmıştın canım Üstadım iman kurtarmaktan başka. “Tesettür fıtridir” dediğin için nelerle suçlanmıştın. Oysa bir ayeti söylemiş ve Allah’ın farz kıldığından gayrı bir şey dememiştin.
Neydi bu insanların amacı? Bizleri imansızlık kuyularına atmak mıydı? Ama bilmiyorlardı ki senin ne kadar cevval olduğunu, iman kuvvetiyle bir Said değil bin Said olduğunu. Sürdükleri yerleri ücra zannedenler, tek ve çaresiz kalacağını düşünenler bilmiyorlardı ki Allah Zübeyirler, Ceylanlar, Şamlı Hafız Tevfikler, Hüsrevler, Tahiriler gönderip bu iman ve Kur’an hizmetini yürütecekler. Her mahkemede müebbet alacağını zannedenler Bekir Berk gibi bir Nurun avukatı olduğunu unutuyorlardı. İdam sehpalarında idamını umanlar bir Rus kumandanının karşısında dik duruşunla son arzunla İslam’a saygı duyuracağını bilmiyorlardı.
Aziz Üstadım! Onlar bu davanın hiçbir şeyini bilmiyorlardı. Ah Aziz Üstadım; senin başkalarının imanı için hem dünyanı hem de ahiretini feda ettiğini bilmiyorlardı. Bütün mal varlığı bir sepeti bile doldurmayacak kadar dünya fakiri ama ahiret zengini olduğunun farkında değillerdi. Kasap Tahirlerin tahta kurusunu incitemeyecek kadar imani şefkat sahibi olmasına vesile olan bir ahiret zengin olduğunu nereden bilebilirlerdi ki?
Meraktan okuyorlardı; eksik, yasak arıyorlardı ama Allah onlara bu eserleri okutuyordu da onlar bunu bilmiyorlardı. Onlar Nurları yok etmek istedikçe hala İslamköy duvarlarından nurlar saçıldığını bilmiyorlardı. Zindanlara atıldığında bıkacağını ve bu davayı bırakacağını düşünenler hapishaneleri Medrese-i Yusufiyeye çevireceğini bilmiyorlardı. Seni hapisle, sürgünle tehdit ediyorlardı ama gözünde ne cennet sevdası ne de cehennem korkusu olmadığını anlamıyorlardı. Ah Aziz Üstadım; onlar hiçbir şey bilmiyorlardı. Onlar bilmiyorlardı ve 56 yıl geçti aradan…
“Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yusuflar, Ahmedler, vesaireler!.. Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, ‘Sadakte’ deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim, sizler cennetasa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır” sözünün tahakkukunu yaşıyoruz bugün Aziz Üstadım… Evet bugün konforlu sandalyelerimizde, koltuklarımızda Nurları okuyoruz, sen 56 yıl önce mezarında bile rahat bırakılmamışken. Bizler bugün Nur tohumlarını ekiyoruz, biz de fidan olmak üzere beklerken. Bizler baharı yaşıyoruz sen kışta gelmişken.
Ey Aziz Üstadım; niceler mektuplar yazıyor bu müjdeyi vermek için sana. Ben de 56 yıl sonraki hayatta yaşayan gaflet karanlıklarının içinde Nurun deryasına dalmaya çalışan aciz gencim bu mektubu yazan sana.
- Merhaba ya Şehr-i Ramazan - 8 Haziran 2016
- Ümmi peygamber - 16 Mayıs 2016
- Kârlı ticaret mevsimi: Şuhur-u Selase - 7 Nisan 2016